Geçtiğimiz hafta Antalya’da Diplomasi Forumu düzenlendi. Mesleğim gereği Forum’u uzaktan da olsa izlemeye çalıştım. Aslında normal zamanlarda çok ses getirebilecek bu uluslararası etkinlik yalnız dünyada değil, maalesef Türkiye’de de ilgi görmedi. Çok kişi Dışişlerimizin böyle bir Forum düzenlediğinden haberi dahi olmadı.
Aslında dış politika ile dış ilişkiler kavramlarının özdeş olmadığını biliyoruz. Dış politika olmadan da, istikrarsız dış ilişkileri sürdürmek mümkündür. Fakat politikanın varlığı, dış ilişkileri kavramsal, teknik, hukuki ve ahlaki çerçeveye yerleştirir. Bu çerçeve, istikrarlı, yerleşik parametreleri içerir; bu bakımdan muhataplar, ortaklar ve paydaşlar için güven ve öngörülebilirlik aracı halini alır. Ekonomide de öyle değil midir; yabancı sermaye ancak güvenilir ve öngörülebilir şartlara, sağlam hukuki ve ekonomik altyapıya sahip ülkelere sabit yatırım yapar. Bunların yokluğunda, kısa vadeli al-ver ilişkisine dayalı ticarete yönelir, yatırımdan kaçınır. Mecburen göze aldığı spekülasyona açık risklerin karşılığında yüksek kâr arar; işi bittiğinde, ulusal ekonomiye anlamlı bir katkısı olmadan ülkeden uzaklaşır.
Bu bağlamda, dış politikada planlanmış, seçilmiş yalnızlığın olamayacağını da hatırlatmamız gerekir. Buna karşılık dış ilişkilerde dönemsel bir yalnızlık tercih edilebilir. Bu, tarih boyunca, bugün ve gelecekte geçerli olacak bir olgudur. İngiltere’nin “görkemli yalnızlığı”, ABD’nin iki dünya savaşı arasındaki “yalnızlık politikası”, Sovyetler Birliği’nin “tek ülkede sosyalizm yalnızlığı”, uluslararası arenadaki ağır sıklet aktörlerin seçtikleri amaçlarına yönelik dönemsel, bilinçli tercihleridir. Şartlar ortadan kalktığında bu seçimlerin bambaşka tercihlere yöneldiğini biliyoruz.
Artık unutmayı tercih eder göründüğümüz ‘hem sahada hem masada güçlü diplomasi’ iddiasının ancak sağlam ve sürdürülebilir öz kaynaklara yaslanarak, güçlü ittifak ve ortaklık bağlantılarıyla yürütülebileceğini görüyoruz. Bunların yokluğunda, gösterişli çıkışların ömrü uzun olmaz: kaygan zeminde derinleşen yalnızlığın, caydırıcılıkta aşınmanın, itibar ve inandırıcılıkta erimenin ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Batı ile ilişkilerde gelinen nokta
1. Geçen hafta yapılan ve büyük umutlar bağladığımız yılın ikinci AB Zirvesi, Türkiye için düş kırıklığıyla sonuçlandı. Ülkemizdeki sayıları beş milyona varan Suriye ve diğer uyruklu sığınmacılara ‘göz-kulak olmamız’ karşılığında, ticari bir mantıkla, 2024 yılına kadarki üç yıllık dönem için 3 milyar avro ücret belirlendi. AB Komisyonu Başkanı von der Leyen, böylece “Türkiye’deki sığınmacılara bir gelecek perspektifi verildiğini” açıklamaktan kaçınmadı. Zirveden diğer beklentilerimiz de cevapsız bırakılmadı: güncellenmiş gümrük birliği çalışması, “tüm ilgili tarafların çıkarlarına hizmet edecek ve AB’nin tüm üyelerini kapsayacak şekilde” başlatılacak. Bu ifadenin hukuken tanımadığımız GKRY’ni kastettiği açık. Polemik yaratmamak için olacak, tam üyelik sürecine yönelik görüşmelerden, vize serbestisinden bahsedilmedi. Kıbrıs meselesinde açıklanan politikamızla taban tabana zıt bir paragraf da ihmal edilmedi. Metinde ‘yüksek düzeyli siyasi diyalog’ toplantılarının sürmesine atıf yapılırken, Türkiye’deki insan hakları, hukuk ve demokrasi eksikliğine dair öğüt verir nitelikte bir paragraf yayınlandı.
2. ‘Mavi Vatan’da ‘yalnız süvari’ Türkiye, Doğu Akdeniz’deki keşif ve bayrak gösterme faaliyetine ara vermişken, Yunanistan’la Atina’da kucaklaşırken, istikşafi görüşmelerin 62. turu henüz tamamlanmışken, Yunan makamları İskeçe Müftüsü hakkında hapis kararı aldı. Turizm sezonunun tamamını içerecek şekilde ve ortak mutabakata aykırı nitelikte Ege Denizi’nde bir atış eğitim tatbikatına yönelik NAVTEX ilanı yaptılar. Bu ortamda, aylar önce yaptığımız KKTC’ni de kapsayacak bir uluslararası konferans düzenlenmesi önerimiz cevapsız kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Üstelik Yunan Başbakan Miçotakis, geçen hafta Kahire’yi ziyaret ederek, Mısır Devlet Başkanı Sisi’den “Yunanistan’la ve GKRY’yle anlaşmalarına sadık oldukları” sözünü teyit ettirmiş oldu.
3. Geçtiğimiz hafta düzenlenen ikinci Libya Konferansı’nın kararları, büyük önem verdiğimiz Libya’da uluslararası toplulukla yol ayrımına geldiğimizi ortaya koydu: yabancı milis ve askeri güçlerin 24 Aralık’ta yapılacak seçimler öncesinde Libya’dan çekilmesi kararına çekince koyarak Berlin’den ayrılan tek ülke Türkiye oldu. Masada sınanan sahadaki gücümüz yalnızlığa terkedildi. Bu açmazdan nasıl çıkılacağı önümüzdeki bir kaç ay diplomasimizi meşgul edecek bir konu olacak.
4. Ukrayna ve Rusya arasındaki çatışma soğutulamazken, Türkiye bu hafta 32 ülkenin donanmalarına evsahipliği yapacağı “Deniz Meltemi 2021” atışlı eğitim tatbikatını -Rusya’nın açık erteleme talebine rağmen- başlatıyor. Rusya’nın bu meydan okumayı not ettiğini ve aşağıda kayıtlı başka alanlarda türlü maliyetler yaratabileceğini zihnimizin bir yerinde tutalım.
Doğu’daki gelişmeler
1. ABD’yle uzun bir listeye yayılan sorunlarımızı, aylardır ilk kez yapılan, beklentilerle yüklü en üst düzeyli görüşmeyle de çözüme kavuşturamadık. Zira bu yorumu çürütecek bir resmi açıklama ya da yalanlama olmadı. Parlamenter diplomasi kanalını açarak, TBMM Dışişleri Komisyonu’nun ABD Kongresi’ni ve Ticaret Odası’nı ziyaretleri de “verimli ve yapıcı” olmanın ötesinde somut sonuç üretmedi. İkili meselelerimizin şimdilik ertelenmesini sağlayarak bize zaman kazandıracağını umduğumuz Afganistan’da rol üstlenme şevkimiz ABD tarafından cesaretlendirilse de, rota pürüzsüz değil: talep ettiğimiz maddi-lojistik desteğin büyüklüğü, askeri makamlar arası görüşmeleri şimdilik sonuca ulaştırmamış görünüyor. Taliban’ın ve Rusya’nın Türkiye’nin rol üstlenmesine açık itirazları var. Afganistan’da İran’ın güçlü rol üstlenmesini isteyen Rusya’nın Türkiye bakımından engelleyici olabileceğinin işaretlerini alıyoruz. İşimizi kolaylaştıracak bir BM Güvenlik Konseyi kararının alınması aynı nedenle güç görünüyor.
2. Soydaşımız ve dindaşımız Uygur Türkleri’nin maruz bırakıldıkları sistemli imhanın ağır ahlaki ve siyasi yüküne sessiz kalmayan 44 ülkenin Birleşmiş Milletler’de Çin’in uygulamalarını soykırım olarak nitelediklerini biliyoruz. Filistin sorununda başarısız da olsa bayraktar rolünü üstlenme hevesimiz, iş Uygurlara gelince kayboluyor. Üstelik, Çin’den beklediğimiz ancak bir türlü gelmeyen, etkisi tartışmalı Kovid-19 aşılarına yönelik talebimize rağmen. Merkez Bankası rezervlerini desteklemek için Çin’le Yuan-TL takası anlaşmasının artırılan hacmi, Uygurlar konusundaki sessizliğimize ticari bir karşılık oluşturmuşa benziyor.
3. Suriye’deki kilitlenme sonsuza dek süreceğe benzemiyor. Henüz görülür bir hareketlenme olmasa da, bu olmayacağının işareti değil. Milyonlarca Suriyeli sivil ve rejim muhalifi kuzeybatı Suriye’de Rusya’nın ve Şam yönetiminin baskısı altında Türkiye’nin himayesinde yaşıyor. Geri dönemeyecekleri açık bu büyük nüfusun bir sürme hareketi karşısında yönelebilecekleri tek istikamet Türkiye toprakları olacak. BM’ye göre, yerlerinden edilmiş ve göçe zorlanmış Suriyelilerin sayısı 14 milyona yaklaşıyor. Bunların 8 milyon kadarı Türkiye’de ve Türkiye koruması altında İdlip’te yaşıyor. Bu sayıyı kabaca Türkiye’nin kendi nüfusuna yüzde 10 düzeyinde ilave olarak okuyabiliriz. BM Güvenlik Konseyi 2014 yılından bu tarafa yıllık kararlarıyla Suriye’ye gönderilecek insani yardımlar için ikisi Türkiye’de olan toplam dört hudut kapısını resmen onaylıyordu. Geçen yıl Rusya’nın itirazıyla Türkiye’de sadece Cilvegözü hudut kapısının kullanımı onaylanmıştı. 12 aylık izin süresi 10 Temmuz’da dolacak bu kullanımın uzatılması, “insani yardımların sivil halk yerine artık bölgedeki terörist gruplara ulaştığı” gerekçesiyle Rusya ve Çin tarafından veto ediliyor. Bu zorlama, Rusya’nın Suriye üzerinden Türkiye’ye yarattığı bir başka maliyete işaret ediyor.
4. Mısır, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’la ilişkilerimizin normalleştirilmesine yönelik adımlarımızın aradan geçen zamana rağmen somut ve ölçülebilir netice üretemediği dikkat çekiyor. Bu tıkanıklık türlü şekilde açıklanıyor. Fakat, dış politikada derinleşen yalnızlığın, caydırıcılık aşınmasının, güven ve inandırıcılık azalmasının, kısacası ikna edici unsurların yokluğu sanırım yalnızlığın muhtemel nedenlerinin başında geliyor.
Dış ilişkilerdeki belirsizlikler sürecek gibi görünüyor
Doğu’da da, Batı’da da dış politika alanında kayda değer mesafe alamadığımızı görüyoruz. Kabil havalimanının korunması ihalesinin üzerimizde kalacak olması ABD ve Batı ile ilişkilerimizde biraz soluk almamızı sağlayabilecek gibi görünüyor. Bu dönemde geçmiş yıllardaki dış politika adımlarımızı bir kez daha serinkanlılıkla değerlendirip nerelerde hatalar yaptığımızı düşünmemiz, artık değerli olduğunu söyleyemeyeceğimiz yalnızlığımızın bize olumsuz faturasını dikkate almamız yararlı olabilir. Böyle bir değerlendirmenin dış politika kurulumuna yardımcı olacak taze bir başlangıç yapmayı sağlaması zor görünüyor.
Anlamlı, sürdürülebilir ve ilkeli bir dış politika, iç siyasetten beslenmez, ideolojik temelli olmaz, fırsat kollamayı merkeze almaz, yerleşik güven ve kurumsal ilişkilerden, sağlam bir ekonomik altyapıdan beslenir. Belki de doğru başlangıç noktamız tam burası olabilir…
Değerli yalnızlık bizi hiç bırakmayacak gibi görünüyor. En azından benim bu konuda hiçbir umudum yok. Bu yönetimimizle dış politikada güzel günler beklemeyin bence. Zaman içerisinde bu olumsuzluklardan da etkilenmemenin yollarını bulmalısınız. Ben öyle yapıyorum:)