ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl hazırladığı küresel “İnsan Ticareti Raporu”nun (“Trafficking in Persons Reported-TiPR”-TiP) sonuncusu geçen hafta yayınlandı. 1 Nisan 2020 – 31 Mart 2021 dönemine ilişkin küresel boyutta araştırma, gözlem ve veri analizini içeren 644 sayfalık kalın bir kitap ölçeğindeki bu rapor benzerleri arasında saygın yer edinmiş, referans kaynak niteliği taşıyor. Rapor, ABD’nin diğer ülkelerin hükümetlerinden topladığı resmî verilerin, BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar, uluslararası ve yerel insan hakları örgütleri, hükümet dışı kuruluşlar, insani yardım örgütleri, uluslararası ve yerel basın kaynaklarının işbirliğiyle sahadaki çalışmalardan derlenen bilgilerle karşılaştırılmasıyla hazırlanıyor. Raporda sadece ABD kaynaklı bilgiler kullanılmıyor; kapsamlı bir veri havuzuna başvuruluyor.
Rapor, Türkiye’nin çok sert tepkisini çekti ve Dışişleri Bakanlığımız yöneltilen iddiaları reddetmekle kalmadı, ABD’ni “güvenilirliği şüpheli iddialara ve asılsız varsayımlara dayalı iftira ve çifte standart”la suçlayarak, “ikiyüzlülüğün en çarpıcı örneğini vermekle” itham etti. Raporun içeriğini “esefle karşılayan”Bakanlık açıklaması, “terör örgütü PKK/YPG güdümündeki sözde ‘Suriye Demokratik Güçleri’ tarafından çocukların zorla silah altına alınması, kaçırılması, özgürlükten mahrum bırakılması sabitken, bu örgüte atıf yapılmaması ayrı bir garabettir” ifadelerine yer verdi. Açıklamada, ABD, “Sincar ve Mahmur’da çocukları kaçıran ve ellerine silah veren terör örgütünün suçlarını görmezden gelmekle” suçlandı.
Tepkimizde dile getirdiğimiz hususlardan hareketle konuyu ayrıntılarıyla değerlendirelim.
Rapor Türkiye’nin tepkisini neden çekti?
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın TiP Raporu, ABD Hükümeti’nin iki kanadı olan Kongre ile Yönetim arasında yerleşik bir mekanizmanın işletilmesinden ibaret. Buna göre, Yönetim, temel insan hak ve özgürlükleri (ifade, inanç, çalışma, toplumsal cinsiyet, göç, hukuk devleti uygulamaları) alanında her yıl Kongre’ye sunulmak üzere düzenli raporlar yayınlıyor. Bu raporlar ilgili Bakanlıklar tarafından ekonomi, iklim, tarım, enerji, askeri konular gibi alanlarda da yayımlanıyor. Kongre Araştırma Servisi’nin kamuoyunun yararlanmasına yönelik hazırladığı benzer raporlar da var. Raporların özelliği, istisnai durumlar hariç, kamuoyuna ve küresel erişime açık tutulmaları. Raporun içeriğine erişmek isteyenler için bağlantı adresini burada paylaşayım: https://www.state.gov/wp-content/uploads/2021/07/TIP_Report_Final_20210701.pdf
Burada sormamız gereken soru şu: Olağan bir TiP Raporuna tarafımızdan neden bu kadar sert tepki gösterildi?
Bunun cevabı, ABD’nde yürürlükte bulunan “Çocuk Askerliğin Önlenmesi Yasası” (Child Soldiers Prevention Act-CSPA)’nın 402. Maddesi uyarınca TiP Raporu’nun çocuk askerliği kolaylaştıran, uygulayan ya da göz yuman devletleri listelemek zorunda olmasında yatıyor. Bu yılki raporda Türkiye’nin ilk kez aralarına girdiği toplam 15 devlet çocuk askerliği konusunda listelendi (sy. 48-49). Böylece, Türkiye çocuk askerliği konusunda listelenen NATO üyesi ilk ülke oldu. Nitekim Hindistan’dan ABD’ne, Endonezya’dan Orta Doğu ülkelerine kadar, dünya basınında tam da bu noktaya dikkat çekildi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü de bir yanlış anlamaya yer vermemek için bu hususu üzerine basarak vurguladı. Bunlar, ‘yumuşak güç’ kavramını bir süredir unutmayı tercih eden ülkemizi hak etmediği şekilde ağır bir ahlaki, siyasi ve hukuki yük altına sokuyor.
Türkiye için raporda iki sayfayı biraz aşan bir bölüm (sy. 563-565) ayrılmış. Bu bölümde “insan hakları grupları ve uluslararası kuruluşlara” dayanılarak, “Türk Hükümeti’nin Suriye’de çocuk asker devşiren Türkiye destekli bir silahlı muhalif gruba operasyonel, araç-gereç ve mali destek sağladığı” ve “bir uluslararası kuruluşun 2020 yılında Suriye’de 765’i erkek, 55’i kız olmak üzere 820 çocuğun çatışmalarda kullanıldığını, bunların 191’inin Türkiye destekli örgütlerle bağlantılı olduğunu raporladığı” birkaç ayrı paragrafta ifade ediliyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, gazetecilere yaptığı açıklamada, “eski adı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), yeni adı Suriye Milli Ordusu (SMO) olan Türkiye destekli yapılanma çatısı altında faaliyet gösteren ve çocuk savaşçı kullandığı belirlenen “Sultan Murat Tümeni”ne verdiği destek nedeniyle Türkiye’nin bu listeye alındığını” bildirme ihtiyacını hissetti.
[Türkiye dışındaki 14 ülkeyse esasen alışılmış olağan şüpheliler. Bu ülkeler, Afganistan, Burma (Myanmar), Demokratik Kongo Cumhuriyeti, İran, Irak, Libya, Mali, Nijerya, Pakistan, Somali, Güney Sudan, Suriye, Venezuela ve Yemen. Bu 14 ülkenin çocuk askerliği konusunda geçmişten gelen, benzer TiP Raporlarına konu olan uygulama ve sabıkaları zaten biliniyor.]
Devam edelim: CSPA uyarınca çocuk askerliği, eline silah verilip çatışma bölgelerine sürülen çocuklar dışında, devlet veya devlet dışı silahlı güçlerin emrinde “aşçı, hamal, haberci, hasta bakıcı, muhafız ya da seks işçisi” olarak çalışmaya zorlanan 18 yaşının altındaki bireyleri de kapsayacak şekilde tanımlanıyor. Bu tanıma uygun bireylerin varlığı uluslararası kuruluşların sahadaki çalışmalarıyla toplanan bilgilerle doğrulanıyor. CSPA, TiP Raporu’nda listelenen ülkelere (ABD Başkanı’nın muafiyeti tanımaması halinde) güvenlik güçleri tarafından kullanılabilecek ABD menşeli silah, teçhizat ve mühimmat satışını 1 Ekim 2021 tarihinden başlayarak, 2021-2022 mali yılı boyunca, sınırlandırıyor. İşte, tepkimize neden olan bir başka unsur burada ortaya çıkıyor.
Diğer taraftan, Dışişleri Bakanlığımızın yukarıdaki açıklamasında dile getirilen hususların aksine, TiP Raporu’nun Türkiye bölümünde “ABD tarafından terörist örgüt olarak nitelenen PKK’nın çocukları kaçırarak silah altına aldığı” (sy. 565) tespitine açıkça yer veriliyor.
Örneğin, Suriye’ye ayrılan bölümünde (sy. 530-532) ayrıntılı şekilde,
– “Suriye hükümet güçleri, rejim yanlısı milisler ve silahlı devlet dışı aktörlerin erkek ve kız çocuklarını silah altına alarak kullandığı” belirtiliyor; “devlet dışı aktörler” arasında “Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), ÖSO bağlantılı gruplar, Kürt kuvvetleri, DEAŞ, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), el-Kaide, Nusra Cephesi, Hizbullah” ismen sayılıyor; bu örgütlerin çocukları “intihar bombacısı, infaz görevlisi, keskin nişancı olarak kullandıkları, kötü muameleye maruz bıraktıkları” vurgulanıyor,
– “Kürt Halkını Koruma Birliklerinin (YPG ve YPJ) kuzeybatı Suriye’de erkek ve kız çocuklarını 12’ye kadar inen erken yaşlarda silah altına alarak, eğitip kullandıkları” bildiriliyor; “uluslararası gözlemcilerin raporlarına göre 2017 yılından bu yana YPG ve YPJ’nin bazen zor kullanarak çocukları kuzeydoğu Suriye’deki kamplarda eğittikleri” vurgulanıyor; “bu gruplarla bağlantılı Irak’taki milis grupların Suriye’de savaştırılmak için Irak’tan erkek çocukları topladığı” kaydediliyor,
– “Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile YPG ve YPJ’nin 2019 yılından bu yana çocuk savaşçıları ailelerine iade etmek için BM tarafından doğrulanan çalışmalar yaptığı, ancak Ocak 2021 itibarıyla SDG denetimindeki mülteci kamplarında 27 bin kadar çocuğun yaşanmasının kaygı verici olduğu” bildiriliyor.
İş bununla kalmıyor. Irak’a ayrılan bölümde (sy. 296-302) yine ayrıntılı şekilde,
– “Irak’ta aralarında PKK’nın da olduğu çok sayıda silahlı grubun çocukları zorla silah altına aldıklarına” işaret ediliyor. Bu bölümde, “PKK ve YPG’nin IKYB’nde ve Sincar’da çocuklara karşı zor kullandığı, Kerkük dahil birçok bölgede çocukları savaştırmak amacıyla kaçırdığı, yüzlerce Ezidi çocuğa PKK bağlantılı milis kuvvetleri tarafından askeri eğitim verildiği, Sincar ve Mahmur’dan kaçırılan çocukların daha sonra Türkiye ve Kandil’deki üs bölgelerine gönderildiği” vurgulanıyor.
Raporda başka hangi unsurlar var?
TiP Raporu, ABD’nin de aralarına dahil edildiği dünyadaki tüm ülkeleri insan ticareti ve bağlantılı insan hakları ihlâlleri konusunda üç kategori altında kapsamlı bir incelemeye tâbi tutuyor. En iyi durumdaki ülkelere birinci, en kötü durumdaki ülkelere üçüncü kategoride yer veriliyor. Bir de geçişkenliğin yaygın olduğu “ikinci kategori izleme listesi” var.
Bu noktada hatalı bir önyargıya kapılmamak ve isabetli tespitler yapmak önem taşıyabilir. Birinci kategorideki (28) devletlerin hepsi ileri gelişme düzeyine sahip değil: aralarında Bahamalar, Bahreyn, Filipinler, Guyana, Gürcistan ve Kolombiya gibi görece az gelişmiş ülkeler de var. Türkiye’nin içinde olduğu en kalabalık ikinci kategoride (95) İtalya, Almanya, Danimarka, İsviçre, Polonya, Portekiz, Bulgaristan, İsrail; “ikinci kategori izleme listesi”ndeyse (45) Romanya ve İrlanda gibi NATO/AB üyesi olan ya da yakın ABD müttefiki durumundaki ülkeler de bulunuyor. Dolayısıyla, ‘kayırmacı’ veya ‘taraflı’ bir yaklaşımdan söz etmek makul görünmüyor. Üçüncü kategoride Çin, Rusya, İran ve Suriye’nin da aralarında olduğu 17 ülke mevcut. Son olarak, müstakil “özel durum” başlığı altında Libya, Somali ve Yemen gruplandırılmış.
Nihayet, TiP Raporu, her ülkenin adeta fotoğrafının çekildiği birkaç sayfalık alt bölümlerde, incelenen ülkedeki resmî ya da gayrı resmî uygulamaları irdeliyor, eksikleri tespit ediyor, iyileştirme önerilerini sıralıyor. ABD makamları kendi ülkelerini de kayırmamış, devlete yönelik öz eleştirilerini ve kapsamlı iyileştirme önerilerini 10 sayfalık çok geniş bir bölümde (sy. 584-594) örnek bir liberal demokrasi uygulamasıyla kıyasıya sıralamaktan kaçınmamışlar. Aksini beklerken şaşırtıcı bulabilirsiniz: raporda ABD için en kapsamlı bölüm ayrılmış. İrili ufaklı Batılı demokratik ülkelerin her birine de azımsanmayacak genişlikte bölümler tahsis edilmiş. Nedeni özetle şu: Basın özgürlüğünün sarsılmaz, hukukun üstünlüğünün saygın, liberal demokrasi pratiklerinin kurumsallaşmış olduğu ülkelerde veriye erişim, samimi sorgulama ve yapıcı özeleştiri yerleşik uygulamaların ve günlük yaşamın ayrılmaz parçası halini almış durumda. Yani, “hem nalına, hem mıhına vurmak” yadırganmayan, alışılmış, olağan bir durum. Demokrasilerde özeleştiri dinamiği böyle korunuyor.
Tepki gösterelim; ama gerçekle yüzleşmeyi de deneyelim
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın TiP Raporu’na, tahmin edileceği üzere, olumsuz göndermeler yapılan bir grup ülke tarafından itiraz edildi. Bunlar şaşırtıcı olmayan, beklenebilecek tepkiler. Duraksama yaratansa, bizim açıklamamızda ABD’ne çeşitli ithamları yöneltirken, inandırıcılık kaybını hiçe sayarak, doğru düzgün incelemediğimiz izlenimini uyandıran raporda ayrıntısıyla yer verilen (aslında Türkiye’yi destekleyen) pek çok hususu görmezden gelmeyi ve bunları gözardı etmeyi seçmemiz. Bununla da kalmayıp, bir NATO üyesi olarak ilk kez Türkiye’ye yöneltilen ağır olumsuz tespitleri çürütebilecek açık ve net cevap vermekten kaçınmamız.
Sosyal medyada konu hakkında yapılan yorumlarda, ABD’nin diğer ülkeler hakkında eleştirel ve suçlayıcı raporlar hazırlamayı marifet saydığı yönünde ifadeler dikkat çekiyor. Kolaya kaçan bu basitleştirici yorumlar yerine, raporu hazırlayan ABD resmi makamlarının en uzun, kapsamlı, ayrıntılı eleştirel bölümü kendi ülkelerine ayırdıklarını, liberal demokrasi pratiğinin esasen böyle bir yüzleşmeyi zorunlu kıldığını göz önünde bulundurmamız belki isabetli olabilir…