Parlamento seçimini geride bıraktık. Her seçimde olduğu gibi, bu seçimde de itirazlar oldu, süresi içinde yapılan itirazlar sonuçlandırıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı ama yeni parlamento dağılımı belli oldu. Hangi partinin ne kadar milletvekili çıkardığını biliyoruz. Şimdi seçim sistemini serinkanlı şekilde değerlendirmenin zamanı olabilir; özellikle de temsilde adil olup olmadığı bakımından.
Seçim sisteminde geçen yıl yapılan değişikliklerin seçim sonuçlarına muhtemel etkilerini başkaları gibi bu süreçte ben de gündeme getirdim. Yetkin Report’ta yayınlanan yazılarımda ittifaklardaki bazı partilerin seçime ayrı listelerle girmeleriyle ‘artık oylar’ın yükseleceğine dikkat çektim. Gerçekleşme de bu yönde oldu: sonuçlar geldikçe daha çok oy alan partilerin ‘artık oyları’nın diğer partilere göre daha düşük kaldığını gördük, bu partiler daha az oyla daha çok milletvekili çıkardılar. Buna karşılık bazı partiler Türkiye genelinde yüzbinlerce oy almalarına rağmen ya hiç milletvekili kazanamadılar veya az sayıda milletvekiliyle yetinmek durumunda kaldılar. Bu durumu ‘maliyet etkinliği’ olarak da niteleyebiliriz.
Temsilde etkinlik ve adalet nedir?
Şu halde, seçim sisteminin ne denli gerçekçi ve ‘verimli’ olduğunu tartışabiliriz. Veya, şu soruyu sorarak değerlendirmeye başlayabiliriz: ne kadar demokratik ve adil bir seçim sistemimiz var? Ben bu yönde farklı bir hesap yaptım. Partilerin, her milletvekili için kaç oy almak zorunda kaldığını gördüğümde sistemin özellikle yeni gelişen partilerin aleyhine çalıştığını bir kez daha gözlemledim.
Geçtiğimiz seçimlerde olduğu gibi 14 Mayıs seçiminde de bazı partiler yaklaşık 70-80 bin oyla bir milletvekili çıkarabilirken, diğerleri milletvekili başına 300 – 500 bin arası oya ihtiyaç duydular. Başta D’Hont sistemi olmak üzere, uzun yıllar önce seçimlerin temel ilkeleri belirlenirken, Meclis’teki parti sayısının azaltılmasının hedeflendiğini anlıyoruz. Dünyada görülmeyen yükseklikte ülke barajı uygulamasına geçilmesi ve temsili kısıtlayıcı diğer düzenlemeler de bu izlenimi güçlendiriyor.
Bu konu ilgimi çektiği için son seçim sonuçlarını bilgisayarıma yükleyip, Türkiye genelinde 500 binden fazla oy alan partileri listeledim. Listeyi oy sayısına göre büyükten küçüğe doğru sıraladığımda önümde şöyle bir tablo görüntülendi.
Temsilde adaletsizliğin resmi
Bu on partinin aldığı geçerli oyların toplamı 53.460.306. Bu rakamı 600 milletvekiline böldüğümüzde Türkiye genelinde milletvekili başına düşen oy sayısının 89.000 olduğunu görüyoruz. Ortalama rakam bu olmakla birlikte, sistemin özelliklerinden kaynaklanan nedenlerle illerde karşımıza çıkan durum bundan çok farklı. Bu farkı görebilmek için şu basit hesaplamayı birlikte yapalım.
Her partinin Türkiye genelinde aldığı oy sayısı ve buna göre çıkardığı milletvekili sayısını biliyoruz. Her partinin aldığı oyları, bu partilerin kazandığı milletvekillerine bölerek her milletvekilinin o parti için kaç oyla seçildiğini hesaplayalım. Excel’de bu formülü yazdığımızda bir milletvekilinin o partiye kaç oya mal olduğunu (maliyet etkinliğini) görüyoruz.
Bu liste ilk bakışta bize şunu söylüyor: AK Parti her milletvekilini 72 bin, CHP 81 bin oyla kazanmış. İYİP’in bir milletvekili kazanmak için 122 bin, TİP’in 235 bin, YRP’nin 305 bin kişinin oyunu alması gerekmiş. Başka bir anlatımla, örneğin TİP’in zar-zor bir milletvekili çıkarabildiği oyla AK Parti ve CHP 3 milletvekili çıkarabilmiş. Buna karşılık Zafer Partisi 1,2 milyon, BBP 533 bin, Memleket Partisi 502 bin oy almasına rağmen parlamentoya milletvekili gönderememiş.
Hesaplama hiç adil değil
Seçim yasalarımızı hazırlayan siyasetçiler (bazı dönemlerde de demokrasi dışı müdahalelerle iktidarı ele geçiren ara rejimlerin üniformalı yöneticileri) bu düzenlemeleri yaparken Mecliste çok sesliliğin istikrarı bozduğunu düşünmüş olmalılar. Bizler her seçim sonrasında, seçime katılan partiler barajı geçtiklerinde vatandaşın iradesinin parlamentoya yansıdığını düşünüyoruz. Fakat, maliyet etkinliğini dikkate alırsak, aslında temsil adaletinin hiç de adil olmadığını görüyoruz.
Dilerseniz yukarıdaki hesaplamamızı bir aşama daha ileri götürelim. Son seçimde parlamentoya giren her milletvekili için gerekli ortalama oy sayısını (89 bin) bulmuş; bunu yaparken toplam oy sayısını toplam milletvekili sayısına (600) bölmüştük. Şimdi, sanki hiç baraj yokmuş, illerdeki artık oylar sonuçta artık oyu olan partinin hanesine yazılacakmış gibi yeni bir hesap yapalım. Her partinin aldığı toplam oyu, bir milletvekili için gereken 89 bine bölelim ve tam adalet sağlanması durumunda partilerin ne kadar milletvekili çıkarabileceklerini görelim.
Gördüğünüz gibi tablomuz bir hayli değişti. AK Parti ve CHP gibi daha büyük partilerin milletvekili sayıları düştü, buna karşılık diğer partilerin vekil sayıları, parlamentonun genel yapısını değiştirecek şekilde yükseldi. Gerçekte 5 milletvekili çıkaran Yeniden Refah Partisi’nin, aldığı oyla aslında 17 milletvekili çıkarabileceğini, aynı şekilde, şimdi “4 milletvekili çıkardım” diye mutlu olduğunu gözlemlediğimiz Türkiye İşçi Partisi’nin de böyle bir uygulamada 11 milletvekiline sahip olabileceğini gördük. Daha da ilginci, önümüzdeki dönem parlamentoda temsil edilemeyecek olan Zafer Partisinin, bugün yaşanan kısıtlamalar olmazsa 14, BBP ve Memleket’in de 6’şar milletvekiline sahip olabileceğini anladık.
Meselenin arka planı
Geçmişe baktığımızda olumsuz örnekler kadar ‘temsilde adaleti’ sağlamaya yönelik çalışmalar da yapıldığını görüyoruz. 1965 seçimlerinde uygulanan ‘milli bakiye sistemi’ işte tam da bu amaçla geliştirilmişti. Behice Boran’ların, Mehmet Ali Aybar’ların ve Çetin Altan’ların Mecliste seslerini gür şekilde duyurmaları bu sayede mümkün olmuştu.
Ama 1965’de getirilen bu özgürlükçü bakış ancak bir seçimde uygulanmıştı. 1969 seçimleri öncesinde Süleyman Demirel’in ‘özgürlükçü demokrasi’ girişimiyle bu uygulamaya son verildi.
Demirel bunu neden yapmıştı? Amacı, sağ kanatta kurulan küçük partilerin Adalet Partisi’nden oy çalmalarını, sol kanatta TİP gibi partilerin parlamenter temsilden uzak tutulmalarını sağlamaktı. Küçük partilerin seslerini gereğinden fazla duyurmaları, Demirel’i rahatsız etmiş, böylece, temsil adaletine darbe vurulmuştu.
Aslına bakarsanız, TİP’in zayıflatılması, ‘ortanın solu’nda liderlik mücadelesi veren CHP’nin de basbayağı işine gelmişti. Nasıl derler, siyasette ‘yoğurdu kara olmayan’ pek yok.
Demokratik ve adil seçim için
‘Adil temsil’ ya da ‘temsilde adalet’, adına ne derseniz deyin, meselenin tek yönü bu değil. Siyasi partilerin temsilleri nispetinde devlet hazinesinden aldıkları destek yardımlarından tutun, seçim dönemlerinde devlet radyo ve televizyonlarında sağlanan propaganda sürelerine kadar pek çok (dez)avantaj doğrudan sahip oldukları milletvekili sayısıyla orantılı belirleniyor.
Parlamentonun çok sesli olması, halkın oylarının boşa gitmemesi, ‘çokluk içinde birliğin’ sağlanması, birlikte yaşama, hoşgörü ve uzlaşı kültürünün güçlenmesi bu konuyla doğrudan ilintili.
Kuşkusuz temsil sistemini bugünden yarına değiştirmemiz zor. Fakat, askeri yönetimin daraltıcı kalıplarıyla 1983’de kabul edilen seçim kanunundan bu yana yaşamak zorunda bırakıldığımız bu akıl dışı ve gayrı adil durumu yeni bir seçim yasasıyla er ya da geç düzeltmek zorundayız.
Seçimi arkada bırakmaya hazırlandığımız bu dönemde daha demokratik ve adil bir seçim sistemi için ilkesel konuları konuşmaya başlamamız gerektiğini düşünüyorum.
——
NOT
Seçim öncesinde binlerce kişi siyasett.com üzerinden seçimlere ilişkin simülasyonlar yaptılar. Bu sistemin doğruluk derecesini test etmeyi birçok kişi gibi ben de çok istiyordum.
Seçim sonuçlarını aldığımızda bu imkan oluştu. Resmi seçim sonuçlarını Simülasyonlar modülüne girdiğimizde sistemin nasıl bir öngörüde bulunacağına ilişkin merakımı da bu şekilde giderdim.
Resmi seçim sonuçlarına göre siyasett.com, tahmini milletvekili dağılımını şöyle listeledi:
Siyasett.com kullanıcısıysanız bunu siz de deneyebilirsiniz. Çok az bir sapmayla sonuçları almak projenin geleceği açısından bizler için teşvik unsuru oldu.
Yerel seçimler için sistemimizi geliştirmek amacıyla çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Bu yazı 22 Mayıs 2023 tarihinde Yetkin Report’ta yayınlanmıştır.