Meslek hayatımın üçte biri Avusturya ve Almanya’da geçti. 1985’te Bregenz’e muavin konsolos olarak atandığımda Avrupa’ya “misafir işçi” olarak gönderdiğimiz vatandaşlarımız orada “misafir” olmadıklarının artık farkına varmışlar, geleceklerini buna göre belirlemeye başlamışlardı. Aradan 25 yıl geçti. 2011’de Almanya’ya göçün ellinci yılını her iki ülkede düzenlenen etkinliklerle kutladık. Bugün geri dönüşten hiç söz etmiyoruz; Avrupa’nın çeşitli ülkelerine yerleşen vatandaşlarımız bu ülkelerin birer parçası oldu.
25 yıl önce Avrupa’daki vatandaşlarımızı ilgilendiren öncelikli konu çocukların eğitimiydi. Büyükelçiliğimizin yeni binasının açılışı vesilesiyle bulunduğum Berlin’de bir araya geldiğimiz çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla yaptığım görüşmelerden, gurbetçi vatandaşlarımızın gündemindeki ilk maddenin bugün de eğitim olduğunu gördüm. Tabii zaman içinde özellikle dil eğitimi bağlamında anlayış değişiklikleri olmuş. 25 yıl önce, “aman çocuklarınız iyi derecece Almanca öğrensin” diyorduk. Almanca öğrenmek kuşkusuz bugün de önemli. Ama Almanya veya Avusturya’da doğan yeni kuşak çocuklarımız artık Almanca’ya hakimler. Buna karşılık ana dilleri olan Türkçeyi zorlukla konuşuyorlar. 25 yıl önceki söylemimiz bu nedenle artık “aman çocuklarınız ana dilini unutmasın”a dönüştü. Ana dil eğitimi konusunda etkili önlemler almadığımız takdirde Batı Avrupa ülkelerindeki gelecek nesil Türklerin anavatan ile kültür ve dil bağlarının büyük ölçüde zayıflayacağını söylemek kehanet olmaz.
Milli Eğitim Bakanlığımız Avrupa’daki okullarda ana dil eğitimi vermek üzere uzun yıllardır öğretmen görevlendiriyor. Ancak Almanya’daki bazı eyaletler Türkiye’den öğretmen gönderilmesini kabul etmiyorlar; diğer bazı eyaletler ise anadil eğitimine karşı oldukları için hiç Türk öğretmeni görevlendirmiyorlar. Bugün itibarıyle Almanya’da çeşitli düzeydeki okullarda eğitim gören yaklaşık 700 bin çocuğumuzun ana dil eğitimi için 450 kadarı Türkiye’den gönderilen, 800 kadarı da yerel olarak görevlendiren yaklaşık 1.250 Türk öğretmeni var. Bu sayının yeterli olduğu tabiatıyla söylenemez. Ancak öğretmen sayısı arttırılsa bile, bu alt yapıyla etkili bir ana dil eğitimi yapılabilmesi mümkün değil.
Almanya, ülkesinde yaşayan yabancıların topluma “uyum”u konusunu bizim anlayışımızdan bir hayli farklı yorumluyor. Bu ülkedeki değişik kültürlerden gelen insanların kökenleri ile ilişkilerinin kopmaması için özel bir çaba gösterilmediği gibi, bu amaca yönelik çalışmalar da yönetim tarafından maalesef pek destek görmüyor. Alman Hükümetleri, ülkede yaşayan yabancıların, çok önceki yıllarda bu ülkeye gelen Polonyalılar, Macarlar gibi ileride her yönden Alman olmasını arzu ediyorlar; dolayısıyla politikalarını da buna göre belirliyorlar. Hal böyle olunca, Avrupa’daki gelecek nesil Türk kökenlilerin de Türk kültürü ile yetişmelerini ve dilimizi uzun yıllar sonra da konuşmalarını istiyorsak bu yönde bazı yeni yöntemler geliştirmemiz gerekiyor.
Kültürümüzün yaşatılması ve ana dilimizin öğretilmesi konularında bu ülkelerde görev yapan öğretmenlerimize taşıyabileceklerinden daha fazla görevler yüklediğimizi düşünüyorum. Buna bir de Almanya’daki eyaletlerin farklı uygulamalarından kaynaklanan sorunları eklersek, Türkiye’den öğretmen görevlendirmek dışında, bu konuda değişik alternatifler üzerinde de çalışmamızın önemi daha iyi ortaya çıkar.
Almanya’da bulunduğum bu son beş gün içerisinde, Büyükelçimiz Avni Karslıoğlu, Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Profesör Ali Fuat Bilkan ve Yurt Dışı Türkler Başkanı Kemal Yurtnaç ile de çocuklarımızın eğitimi konusu üzerinde sohbet etme fırsatı buldum. Avrupa’daki yeni nesil Türklerin artık bilişim alt yapısını etkin bir şekilde kullandıklarını, bu nedenle “uzaktan eğitim” seçeneğinin de bundan sonraki çalışmalarımızda göz önünde bulundurulabileceği yönündeki görüşlerimi kendileriyle paylaştım. Bu düşüncemin, eğitim alanında faaliyet gösteren yetkililerimiz tarafından da olumlu karşılanmasından memnuniyet duydum. Aslında Türkçe bağlamında uzaktan eğitim konusu Almanya’ya yabancı bir kavram da değil. Almanya’daki Türk nüfusunun üçte birini barındıran Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nde, Ankara Üniversitesi’ne bağlı TÖMER ile Eyalet Eğitim Bakanlığı arasında bir mutabakat imzalanmış. Buna göre, Türkçe sertifikası ile ilgili sınavların sanal ortamda gerçekleştirilmesi için bir pilot proje uygulamaya konulmuş. Sınavı uzaktan gerçekleştirebildiğimize göre, Türkçe eğitimini neden uzaktan yapamayalım?
Bilişimle yakından ilgilenen bir kamu görevlisi olarak “uzaktan eğitim” konusu bir süredir çalışma alanım içine girmeye başladı. Son zamanlarda başta “Ted Talks” (http://www.ted.com/) olmak üzere, video programlarıyla eğitim faaliyetleri yapan siteleri inceliyorum. Bir diğer örnek çalışma olan Apple/ITunes’ün dijital üniversitesindeki (ITunes U) beşer dakikalık çarpıcı ders videolarını seyrederken her defasında, böyle bir alt yapının ülkemizde de eğitim amacıyla kurulup kurulamayacağı üzerinde zihin egsersizleri yapıyorum. Aslında Fatih projesi de bir bakıma bu düşünceden hareketle başlatıldı. Bence benzer bir çalışmayı yurt dışındaki soydaşlarımızı ve vatandaşlarımızı da kapsayacak şekilde hayata geçirebiliriz.
Bildiğim kadarıyla, Eskişehir’deki Anadolu Üniversitesi’nde “uzaktan eğitim” konusunda önemli bir bilgi birikimi ve deneyimi var. Ancak üniversitenin çalışmaları daha çok video üzerine kurulu; dolayısıyla televizyon üzerinden yaptığı yayınları da “geleneksel ders” yöntemine dayalı. Konusunun uzmanı eğitimciler derslerini kamera karşısında veriyorlar. Oysa küçük çocuklara kültürümüzün tanıtımı ve ana dilimizin öğretilmesi için daha çarpıcı anlatım yöntemleri bulmamızın daha uygun olacağı kanaatindeyim. Konuların zihinde kalması için çizgi kahramanlar geliştirir ve senaryoları bu kahramanlar üzerine kurgularsak anlatımımız da daha etkili olabilir. Nitekim son yıllarda çok sayıda eğitimci de, bu yöntemle geliştirilen eğitim malzemelerinden daha verimli sonuçlar alındığını söylüyorlar.
Böyle bir teknik alt yapı kurulup cazip ders programlarının hazırlanabilmesi durumunda yurt dışındaki çocuklarımızı bu programları izlemeleri konusunda teşvik edici yöntemler üzerinde çalışabilir, sivil toplum kuruluşlarımız ile konsolosluklarımız bu projeye katkı sağladıkları takdirde kullanımı yaygınlaştırabiliriz. Ayrıca yerel makamların, öğretmenlerimizin, belki de en önemlisi eğitim çağındaki çocuklarımızın anne-babalarının desteği ile bu dersleri izleyecek çocuklarımızın sayısını daha da arttırabiliriz. Bu projenin başarısı için eğitim çalışmalarına önem veren bazı büyük firmaların sponsorluklarının alınması da düşünülebilir. Kültür ve Türkçe ders programlarına internet üzerinden katılan, bu derslerin sınavlarına elektronik ortamda giren çocuklarımızdan başarılı olanların Türkiye seyahati ve bilgisayar gibi hediyelerle ödüllendirilmeleri de programın teşviki kapsamında yararlı olabilir.
Ülkemizde “uzaktan eğitim” konusunda, anaokulundan lise son sınıfına kadar programlar hazırlayan özel sektör girişimleri olduğunu biliyorum. Bu alanda başarılı çalışmalar yapanlardan birinin yaklaşık bir milyon kayıtlı abonesi olduğunu duymuştum geçenlerde. Bu firmalarımızın da omuz vermesiyle “uzaktan eğitim” programlarının radarlarını yurt dışındaki vatandaşlarımıza da çevirebileceğimizi düşünüyorum.
Bugüne kadar dünyanın dört bir yanında özveriyle hizmet üstlenen öğretmenlerimizin çalışmalarına, “uzaktan eğitim” dersleriyle güçlü bir katkı sağlayabileceğimize ve böylece kültür ve ana dil derslerinden daha çok sayıda çocuğumuzun yararlanabileceğine inanıyorum.
————–
Not: Bu konuda Dışişleri Bakanlığı olarak önümüzdeki günlerde Milli Eğitim Bakanlığımızla bir çalışma yapmayı planlıyoruz. Yurt dışında yaşayan Türk kökenli çocuklara yönelik olarak “uzaktan eğitim” formatında yeni bir proje başlatılmasına ilişkin görüşlerinizi dilerseniz bu yazının altındaki Yorumlar bölümüne kaydedebilirsiniz.
.