Taliban, 6 Ağustos’ta yıllar sonra ilk kez bir vilayetin merkezini, Nimruz ilinin yönetim merkezi Zaranc’ı ele geçirdi; ardından Afganistan’ın 32 il merkezine yıldırım hızıyla girdi, 10 günden kısa süre sonra 15 Ağustos’ta başkent Kabil’de yönetimi eline aldı. Yalnızca bir vilayet, Sovyet işgali döneminde bile girilemeyen, efsanevi mücahit Ahmet Şah Mesud’un memleketi Pencşir Taliban’ın ilerleyişinin dışında kaldı.
Afganistan’da 20 yıl sonra yine, yeniden ve bu kere ‘yeni’ sürümüyle Taliban hakimiyeti bir kez daha başladı. Herkesi şaşırtan bu hızlı ilerleyiş Taliban için kesin bir zaferi mi temsil ediyor? Dünyaya meydan okuyan Taliban bu denli güçlü mü? Afganistan’da Taliban’ın kalıcı olacağı yeni bir dönem mi başlıyor? Türkiye gelişmeler karşısında nasıl bir tutum benimsemeli? Bu haftaki yazımda güncel gelişmelerin sıcaklığından bir nebze uzaklaşarak, bu ve benzeri soruların cevaplarını tartışan, gelişmeleri okumakta yararlı olabilecek bir kılavuz sunmaya çalışacağım.
Afganistan’ın önemi nereden kaynaklanıyor?
Afganistan’ın önemi, Orta ve Güney Asya arasındaki merkezi coğrafi konumuna ve istikrarsızlık yayma potansiyeline dayanıyor. Ülkedeki etnik grupların komşu ülkelerle vesayet ilişkileri var. Dolayısıyla hem istikrar, hem istikrarsızlık ‘bulaşma etkisi’ gösteriyor. Çorak ve dağlık arazisi tarıma elverişli değil. Özellikle nadir maden rezervleri bakımından zenginliği var. Ancak bu zenginlik güvenlik ortamı sağlanmadan anlam ifade etmiyor. Jeopolitik konumu, Çin’in Kuşak-Yol Projesi’nin uygulanması bakımından merkezi önem taşıyor; zira Afganistan, Çin ile bölgedeki en yakın müttefiki Pakistan arasında bir koridor niteliği taşıyor.
Taliban, kesin bir zafer mi kazandı?
Hayır. Fakat, merkezi Afgan Hükümeti açık bir yenilgiye uğradı. Taliban, on günden az zamana sığdırdığı hızlı ilerlemesini savaşma gücüne değil, yerelde yaptığı pazarlıkların başarısına borçlu. Bu süreçte, büyük umut bağlanan Afgan silahlı kuvvetlerinin şaşırtıcı hızla çözülmesi Taliban’ın üstünlüğünden çok ulusal bir ordu niteliğinden uzak, paralı askerlerin bir araya getirilmesinden kaynaklanıyor. Afganistan’da zorunlu askerlik hizmeti Sovyet işgalinin sonundan bu tarafa, otuz yılı aşkın süredir yok. Taliban’ın ‘zaferi’nin kalıcılığı yönetimde göstereceği beceriye ve başarıya bağlı kalacak. Yerel güç odaklarının bir kısmının bu aşamada çatışmaya girmeden çekilerek güçlerini korumayı seçtiklerini unutmamalıyız.
Kabil Hükümeti neden yenilgiye uğradı?
Başkent Kabil’le kırsal bölgeler arasında bağlantısı kopmuş, derin yolsuzluklarla halkı nezdinde güvenilirliğini ve değerini yitirmiş, içten içe çürümüş, yozlaşmış, geniş kapsamlı insan hakları ihlâllerine rağmen ceza muafiyeti kazanmış, ayakta kalması sayılı günlere bağlı bir hükümetin çözülmesi ve çöküşü aslında bekleniyordu. Beklenmeyen, çöküşün bu denli hızlı olmasıydı.
ABD önderliğindeki Batı İttifakı Afganistan’da başarısızlığa mı uğradı?
ABD, el Kaide’yle mücadelesinde belirgin başarı kazanmasının ardından görevini tamamladığı inancıyla 2011’den bu yana Afganistan’dan çekilmeye çalışıyordu. Taliban saldırılarının yarattığı güvenlik açığı buna imkan vermedi. 2011-2014 yılları arasındaki Obama döneminde (Irak’ta olduğu gibi) kuvvet artırımı yoluna gidildi, direniş bastırıldı, Afganistan’dan çıkış ertelendi. Gecikmiş çıkışı Biden Yönetimi tamamlamaya karar verdi. Zira 2022 yılında yapılacak ABD Kongresi seçimlerine giden süreçte Demokrat Parti, Amerikan seçmenine bitirilemeyen Afganistan ve Irak savaşlarını sona erdirme başarısıyla destek toplamayı umdu. Batı İttifakı (NATO), 2003 yılından bu yana ABD’nin peşine takılarak gönülsüz, isteksiz ve kerhen girdiği Afganistan’dan ayrılmakta ABD’nden önce davrandı. Birkaç NATO ülkesi haricinde, alelacele ve ABD’den önce Afganistan’dan çekilmelerini tamamladılar. Böylece 1979’da başlayarak 9 yıla yakın süren Sovyet işgalinden sonra, ABD ve Batılı müttefikleri terörizme karşı savaş hedefine kısmen ulaşarak, ancak Afganistan’ı yeniden inşa hedefini tamamlayamadan, Afganları kaderleriyle baş başa bırakarak ülkeyi terk etmiş oldular. ABD’nin kararlı liderliği olmadığında NATO’nun içi boşalmış bir güç olduğu yeniden görüldü. Dikkate alınması gereken önemli noktalar arasında bu gerçek de var.
Muazzam harcamalara rağmen Afganistan’da başarıya ulaşılamaması nasıl açıklanabilir?
Somut başarısızlıktan söz edilecekse, Afganistan’a yapılan 2 trilyon doları aşkın harcamanın beklenen karşılığı vermemesinden bahsetmek yerinde olur. Fakat, unutulmaması gereken, büyük ölçüde gerçek yatırıma dönüşmeyen bu harcamanın neredeyse yarısının ABD ve diğer Batılı ülkelerin şirketleri ve çalışanlarına yapılan ödemelerle ‘emildiği’, Afganistan’a girmeden buharlaştığı gerçeğidir. Bir başka başarısızlık, Afgan halkına dağıtılan sözde umudun dayanaktan yoksun olduğu gerçeğiyle örtüşüyor. Taliban’ın 5 Kasım 2001’de devrilmesinden bu yana büyük kentlerde ve Kabil’de yetişen yeni kuşak Afganlar büyük düş kırıklığı ve terk edilmişlik duygusunu yaşıyor. ABD ve NATO bakımından itibar kaybı bir yana bırakılacak olursa, Afganistan’dan çekilme, sonu belirsiz bir angajmandan uzaklaşarak, kayıpların kabul edilebilir düzeye indirilmesine de karşılık geliyor.
ABD’nin bıraktığı boşluğu kim dolduracak?
Önde gelen aday, Taliban’ı yaratan, güçlendiren, himaye eden Pakistan. Fakat, Sovyet işgalinden bu yana geçen kırk yılı aşkın sürede boyunu aşan ihtiraslarının sürmesine rağmen Pakistan bu güçten aşikâr şekilde yoksun. Bu nedenle, Pakistan stratejik ortağı Çin’i yanına çekmeye çalışacak. Rusya, himayesi altına aldığı Orta Asya Cumhuriyetleri’ne Taliban’ın başarısından cesaret alan köktendinci sızmaları önlemek amacını güdüyor; zira bölge ülkeleri tek başlarına köktendinci hareketlerle başetme kapasitesine sahip değiller. Geçmişte, Özbekistan ve Kırgızistan’da yaşanan Fergana Vadisi ayaklanmalarının istikrarsızlaştırıcı etkisi hafızalarda tazeliğini koruyor. İran, ihtiyatı elden bırakmayarak Şiî Hazaraları korumanın ötesine geçmeyecek. Hindistan, Pakistan’ın Taliban eliyle kazanmış olabileceği stratejik derinliğe karşı pozisyon almaya çalışacak. Fakat, Afganistan’ın kaygan zemininde orta vadede kimin kazançlı çıkacağını şimdiden kestirmek güç görünüyor.
‘Yeni’ Taliban gerçekten değişti mi?
Hayır. Kamuoylarında yaratılmaya çalışılan cilâlanmış taktik, sempatik ve ‘kozmetik’ değişiklik algısı Taliban’ın dayandığı sert ideolojik çekirdeği değiştirmekten çok saklamaya ve zaman içinde kabul edilebilir kılmaya yönelik. Esasen Taliban sözcüleri açıklamalarında Afganistan’daki müstakbel yönetimin Selefi-Deobandi medreselerinin kısıtlayıcı ve sert şeriat yorumuna olacağını vurguladılar. Bu açıklamalarla kastedilen anlayış aşikâr. Bunun anlamını ve sonuçlarını bilen on binlerce Afgan, Batılı güçler Afganistan’dan ayrılmadan önce ülkeden kaçmaya çalışıyor. Özgürlük alanları daraltılacak kadınları ve kız çocuklarını nasıl bir geleceğin beklediğini tahmin etmekte güçlük çekmiyoruz. Nitekim, BM İnsan Hakları Konseyi’nin 24 Ağustos’ta düzenlediği özel oturumda BM Yüksek Komiseri, “Taliban’ın ağır insan hakları ihlâllerine ve yargısız infazlara başladığını” çok sayıda örnekle sıralayan bilgileri paylaştı.
Afganistan’da geniş tabanlı, çoğulcu bir hükümet kurulabilecek mi? İstikrar sağlanabilecek mi?
Çok zor. Bu söylem bir temenniyi yansıtmaktan öteye geçmiyor. Eski Cumhurbaşkanı Karzai, Hizb-i İslami lideri Hikmetyar ve Taciklerin lideri Abdullah Kabil’den ayrılmayarak, Taliban’la müzakere etmek ve bir geçiş hükümetine dahil olmak yolunu seçtiler. Ancak, kurulacak hükümet ancak görüntüde geniş tabanlı ve çoğulcu nitelik taşıyabilecek. Son sözü askeri zorlama gücünü elinde bulunduran Taliban söyleyecek. Bu durumda ortaya çıkacağı muhakkak muhalefetle kalıcı barış ve istikrarın tesis edilebileceğini ileri sürmek mümkün görünmüyor.
Afganistan yeniden terör örgütlerinin sığınağı mı olacak?
Bu, mevcut şartlarda belirsizliğini koruyan bir tahmin. Şubat 2020’de ABD’yle Taliban arasında Doha’da imzalanan anlaşma, “Taliban’ın ABD ve müttefiklerine karşı Afganistan’dan kaynaklanabilecek terör saldırılarını önleyeceği” maddesini içeriyor. Taliban, —uluslararası tanınma ve yatırım karşılığında— bu yükümlülüğüne sadık kalmayı seçebilir. Veya, istese de bunu başaramayabilir. Afganistan’da militanlarının sayıları on binleri bulan cihatçı örgütlerin nasıl bir tutum benimseyecekleri Taliban’a ve Pakistan’ın tutumuna bağlı kalmayabilir. Bu tedirginlik Rusya ve Çin bakımından da geçerli. ‘Pakistan Talibanı’ olarak bilinen “Tehrik-i Taliban Pakistan”, Çin hedeflerine karşı Pakistan içinde saldırı yapma kapasitesini koruyor. Bu örgütün Çin’in yakın zamanda Pakistan’daki stratejik yatırımlarına, Gwadar Limanı’na, Çin Büyükelçisine yönelik bombalı saldırı girişimleri biliniyor. El Kaide ve DEAŞ-Horasan’ın Afganistan’ı terk etmeleri halinde gidebilecekleri uygun bir ülke şu anda mevcut değil. Pakistan’ın da bu etkilerle orta vadede istikrarlaşmasını beklemek mümkün görünüyor.
Batı ülkelerinin Taliban üzerinde yaptırım gücü kaldı mı?
Kısıtlı ölçüde, evet. Afganistan’ın ABD’nde saklanan döviz rezervi ile Batı ülkeleri tarafından yapılan mali yardımlar donduruldu. Taliban’ın işbirliğine yatkın bir yönetim sergilemesi halinde para kaynakları aşamalı şekilde kullanılır hale gelebilir. Ancak, bu durumda bile Batı ülkelerinin Taliban’ı istedikleri yönde davranmaya yöneltebilecekleri kuşkulu; zira Taliban öncelikle Pakistan ve Çin’den destek almaya çalışacak.
Taliban yönetimi uluslararası tanınma sağlayabilecek mi?
Bu sorunun cevabı, kalıcı olmayı başardığı takdirde Taliban’ın dış dünyayla göstereceği uyuma bağlı. Pakistan’ın bu konuda büyük çaba harcayacağı muhakkak. Batı ülkelerinin aceleci davranmayacakları, Çin’in Doğu Türkistan, Rusya’nın Orta Asya Cumhuriyetleri, İran’ın Şiî Hazaralar konusunda güvenceler istemeleri beklenmeli. Pakistan’ın —1996’da Taliban’ın Kabil’e girmesinin ardından yaptığı gibi— bir kısım Körfez ülkesini Taliban Hükümeti’ni tanımaya teşvik etmesi beklenebilir. Ancak, Körfez ülkeleri, 1996’da Afganistan’ı umursamayan ABD’den farklı şekilde bugünkü Amerikan Yönetimi’nin tutumunu dikkate almak ihtiyacını hissedecekler. Türkiye, —siyasi nitelikli açıklamalar ne yönde olursa olsun— uluslararası toplumun genelinin izleyeceği tutumu izleyerek nihai kararını verecektir.
Afganistan’daki gelişmeler kitlesel bir göç dalgası yaratabilir mi?
Büyük ihtimalle, evet. Bu aşamada kısıtlı ölçüde ve düzensiz nitelikte olsa da, Taliban’ın yönetim anlayışına bağlı olarak Afganistan’dan dışarı doğru kitlesel göç dalgası ortaya çıkabilir. Pakistan ve İran’da on yıllardır yaşayan milyonlarca Afgan göçmen var. Pakistan ve İran’ın ülkelerinde tutmak istemeyecekleri göçmenlerin Avrupa ve Türkiye’ye yönelmeleriyle olası bir göç dalgasını dikkate alarak gerekecek önlemleri süratle almamızda fayda olacağı açık.
Afganistan’da uyuşturucu madde üretimi sona erebilir mi?
Hayır. Haşhaş ve kenevir ekimi Afganistan’ın başlıca tarım üretimi. Bu nedenle afyon, esrar ve eroin üretimi ülkenin en büyük gelir kaynağı. Taliban 2000 yılında yasakladığı ekimi kısa süre sonra serbest bıraktı. Bu defa da benzer bir yaklaşım sergilemesi beklenebilir. Dünya afyon üretiminin yüzde 90’ı Afganistan kaynaklı. Bu denli önemli bir gelir kaynağından vazgeçmek, özellikle alternatif gelir kaynaklarının yokluğunda, yoksul bir ülke bakımından muhtemel değil. O halde, Türkiye üzerinden Batı ülkelerine yönelik uyuşturucu trafiğinin sürmesini beklemeliyiz.
Afganistan’da Taliban’a karşı bir direniş başlayabilir mi?
Evet, ancak bu ihtimalin gerçeğe dönüşebilirliği zaman içinde ortaya çıkacaktır. Savaş yorgunu Afgan halkının, ancak büyük baskılarla karşılaşması halinde dış destekli ‘savaş ağaları’nın yerel direnişlerini desteklemesi muhtemel görünüyor. Taliban, yerel güç odaklarıyla pazarlıklar yaparak yönetimini güçlendirmeye çalışacak, bu suretle olası direniş merkezlerini bertaraf etmeye yönelecek.
Türkiye’nin Afganistan politikası nasıl olmalı?
Türkiye, önemli bir ikilemle karşı karşıya kaldı: Kabil Havalimanı’nın askeri bölümünün işletilmesine talip olmamız muhtemel bir Taliban yönetimini göz hizasında tutarken, Batı ülkelerinin Afganistan’dan çekilecekleri ortamda ülkenin dış dünyayla güvenli bağlantısının sağlanması bakımından önem ve değer taşıyordu. Bu konum Türkiye’yi özellikle ABD nazarında değerli hale getirebilecekti. Şimdiyse, tasarlanan bu görevin içeriği ve işlevi değişti, görev üstlenilmesi Taliban’ın onayına bağlı hale geldi. Başkenti denetimi altına almışken, Taliban’ın yabancı bir ülkenin havalimanında askeri güç bulundurmasına rıza göstermesi anlamlı değil; nitekim, Taliban 24 Ağustos’ta düzenlediği basın toplantısında “Yabancı ülkelerin askeri güçlerinin 31 Ağustos’tan sonra Afganistan’da kalmalarına izin vermeyeceğini, çekilmenin bu tarihe dek tamamlanması gerektiğini” vurgularken, “havalimanının korunması için Türk askerine ihtiyaç olmadığını, bu işi Taliban’ın yerine getireceğini” açıklıkla bildirdi. Bu gelişmenin ardından, ABD Başkanı Biden “ABD kuvvetlerinin çekilmelerinin ve Afganların tahliyelerinin 31 Ağustos’a kadar tamamlanacağını” ilan etti. Bu durumda, havalimanının askeri bölümünün Türkiye tarafından güvenliğinin sağlanmasına ve işletilmesine yardımcı olacak ABD lojistik, mali ve istihbarat desteğinin alınamayacağı teyit edildiği gibi, Türkiye’nin havalimanı konusundaki girişimleri dayanaktan yoksun hale geldi.
Buna karşılık, Türkiye’nin Afganistan politikası ve bu ülkedeki çıkarları Taliban’la ya da havalimanıyla sınırlanamayacak ölçüde geniş bir zemine, tarihsel arka plana dayanıyor. Bu nedenle, Türkiye’nin uluslararası toplumdan ayrışmadan, Taliban yönetimini tanıma konusunda yarar sağlamaktan uzak gereksiz aceleciliğe sürüklenmeden, gelişmeleri sağduyulu yaklaşımla değerlendirerek pozisyon almaya yönelmesi akılcı bir seçenek olacak. Türkiye’nin Afganistan’da kayda değer yatırımı, ekonomik ve ticari ilişkileri yok. İlişkilerin içeriği siyasi münasebetlerle, TİKA yardımlarıyla ve Türk okullarıyla sınırlı. Böylesi bir ortamda, Pakistan’ın teşvik ve cesaretlendirmesine kapılmadan maliyet-etkinlik değerlendirmesi yapılarak Taliban yönetimine yönelik politikalarımızın belirlenmesi Türkiye’nin uzun vadeli yüksek çıkarları bakımından herhalde isabetli olacaktır.
*****
Bu soru ve cevaplara ilave başkaca hususların da konuşulması kuşkusuz konu hakkında kamuoyunda anlamlı tartışma zemininin ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır. Belki de bugünlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz tam da böylesi bir zemini oluşturmak olabilir…
Naci bey
Gercekten konuyu anlamam için çok yardımcı oldu.
Oldukça detaylı, geniş bir analiz olmuş, teşekkürler Naci bey…