Almanya’nın Solingen şehrinde beş vatandaşımız 1993’te ırkçılar tarafından evlerinde diri diri yakıldığında Bonn Büyükelçiliğimizde görevliydim. Yabancı düşmanlığının dozunu arttırdığı yıllardı 1990’lı yıllar. Solingen’den bir yıl önce de Mölln’de üç vatandaşımız yine benzer bir saldırıda yanarak hayatlarını kaybetmişlerdi. Dünya o zamanlar Almanya’daki bu olaylara kayıtsız kalmadı. Almanya’da siyasiler ve basın yabancı düşmanlığına karşı tavır aldılar. Ama ırkçı söylem maalesef aradan geçen sürede hiç bir zaman tamamen yok olmadı.
Almanya’daki yabancı düşmanlığının tek mağduru bu ülkede yaşayan Türkler değil. İkinci dünya savaşından sonra ülkenin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayan diğer yabancılar da bu ırkçı saldırıların hedefindeydi. Ancak Almanya’nın en büyük yabancı toplumunu oluşturan Türkler, ne yazık ki bu saldırılardan da en fazla etkilenen ve zarar gören grup oldu. Eldeki kayıtlara göre son yıllarda Almanya’da yabancı düşmanlığı kaynaklı olay sayısında önemli bir artış var. Irkçılar saldırılarını düzenlerken hedeflerinin hangi ülke vatandaşı olduğuna da bakmıyorlar. Bu cinayetlerde ölenlerin önemli bir bölümü aynı zamanda Alman vatandaşı.
Basına “dönerci cinayetleri” olarak yansıyan, 2000-2006 yılları arasındaki olayların arkasındaki motifin yabancı düşmanlığı olduğunun ortaya çıkması Almanya’yı sarstı. Son bir aydır basın bu konuyu tartışıyor, Alman yöneticiler önceki olaylarda olduğu gibi faillerin yakalanıp yargılanacağını söylüyorlar. Ancak bu olaylar birinci derecede, bu ülkede yaşayan vatandaşlarımızı derinden etkiledi. Güvenlik endişesi Almanya’daki toplumumuzun günlük hayatını bile etkileyebilecek düzeye yükseldi.
Dönerci cinayetlerinin aslında ırkçı saldırılar olduğunun “tesadüfen” ortaya çıkmasından hemen sonra Almanya’daki vatandaşlarımızla bir araya gelmek ve endişelerimizi Alman makamlarıyla paylaşmak üzere dışişleri bakanımızla birlikte Almanya’da dört günde beş ayrı eyaleti ziyaret ettik, buralarda hem üst düzey Alman yetkililer, hem de vatandaşlarımız ile bir araya geldik. Ziyaretimizin bizim için en önemli bölümünü ise bu ırkçı cinayetlerde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızın aileleriyle yaptığımız görüşmeler oluşturdu. Doğrusunu söylemek gerekirse, seyahata çıkmadan önce böyle vahim bir insanlık dramı ile karşılaşacağımızı heyetimizdeki kimse tahmin edemezdi. Duyduklarımız, insan olarak hepimizin kanını dondurdu.
Bu cinayetlerde hayatlarını kaybeden biri Yunan vatandaşı dokuz kişiden sekizinin aileleri ile bakanımız uzun görüşmeler yaptı. Yunanlı maktulün yakınları da dahil olmak üzere, aileler tarafından bizlere anlatılanlar tüm cinayetlerde benzer bir davranış biçiminin olduğunu gösterdi. Hunharca bir cinayet, arkasından canilerle ilgili hiçbir ipucu bulunanaması, hemen sonrasında da hayatını kaybeden kişinin yakınlarının muhtemel zanlı oldukları düşüncesiyle soruşturulmaları, defalarca DNA testlerine tabi tutulmaları, suçlanmaları, cinayette uyuşturucu veya mafya bağlantısı şüphesinin dile getirilmesi ve hiç bir dayanağı olmayan bu suçlamaların hayatlarını kaybedenlerin ailelerinin üzerine yamanması.
Bu dramı yaşayanlarla bir araya gelip onları dinlemeden insanlarımızın maruz kaldıkları bu durumun ne kadar vahim sonuçlar doğurabileceğini kestirebilmek çok zor. Abdurrahman Özüdoğru’nun eşi Gönül hanım ile babasını 16 yaşındayken kaybeden kızı Tülin, hıçkırıklar içerisinde on yıldır yaşadıklarını anlattığında hepimiz olayların öyküsünü gözyaşları içinde dinledik. Kurdukları küçük bir dükkanda terzilik yapan eşi Abdurrahman, 2001’de ırkçılar tarafından öldürüldükten sonra kendisine ve kızına defalarca DNA testi uygulandığını söyleyen Gönül hanım, katille ilgili soruşturma yapacak yerde, Alman güvenlik makamlarının kendilerine yöneldiğini, akla gelmedik suçlamalarla üzerlerine çamur atıldığını, kızının en önemli yaşlarında, sanki babası uyuşturucu işiyle uğraşan bir kişiymiş gibi toplumdan dışlandığını, insan yüzüne bakamaz duruma getirildiklerini, belki bundan da acısı, Türk toplumunun da kendilerini toplum dışına ittiğini, böylece on yıl anne-kız yalnız bir hayat mücadelesi vermek zorunda kaldıklarını anlattı. Tülin haykırarak şöyle diyordu: “Almanlar Solingen’den ders alabilselerdi babam şimdi hayatta olacaktı. Ama korkarım ki, bu yaşananlar da ders olmayacak; bundan sonra da çok sayıda insanımız yabancı düşmanlığı olaylarında can verecek.”
Yabancı düşmanlığı tehdidinin Almanya’da görev yaptığım yıllardan bu yana azalmadan devam ettiğini görmek benim için endişe verici oldu. Hamburg, Frankfurt, Münih, Berlin ve Köln’de yaptığımız toplantılarda vatandaşlarımızda gözlemlediğimiz güvenlik kaygısı bu konuyu Türkiye olarak bizim de yakından izlememiz gerektiğini bir kez daha gösterdi.
Bakanımızın bu ziyaretinin oldukça zamanlı olduğunu hep birlikte gördük. Vatandaşlarımız Türkiye’nin yanlarında olduğunu hissettiler. Bu ziyaret vesilesiyle görüştüğümüz, başta Alman cumhurbaşkanı Sayın Wulf, dışişleri bakanı Sayın Westerwelle ve içişleri bakanı Sayın Friedrich olmak üzere, üst düzey Alman yetkililer de yabancı düşmanlığıyla mücadelede kararlı olduklarını çok açık bir şekilde ifade ettiler. Cumhurbaşkanı Wulf’un son gelişmeler üzerine, bu olaylarda hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerini topluca misafir edip yanlarında olduklarını belirtmesinin Almanya’daki Türk toplumu içinde memnuniyetle karşılandığını gözlemledik. Irkçılıkla mücadelede Alman yönetiminin kararlı olması ve ırkçı motifli saldırıların faillerinin yakalanıp adalete teslim edilmesi bu ülkede yaşayan tüm yabancıların ortak isteği.
Bakanımız Almanya’dan ayrılmadan hemen önce hissiyatını bir makalede Alman kamuoyuyla da paylaştı. Süddeutsche Zeitung gazetesinin 9 Aralık tarihli sayısında yayınlanan “Kurbanların Aileleri Adalet Bekliyor” başlıklı makalenin Almancasına ilgili gazetenin web sitesinden, Türkçesine de dışişleri bakanlığımızın Facebook sayfasından erişilebilir.
Hoşgörüsüzlük, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık kuşkusuz tüm dünya ülkelerinin ortak mücadele etmesi gereken bir olgudur. Bununla birlikte her ülke, kendi sınırları içerisinde bu gibi olayların vuku bulmaması için üzerlerine düşen görevi de yerine getirmelidir. Almanya’ya elli sene önce misafir işçi olarak giden ve bugün bir çoğu bu ülkenin vatandaşı olan Türklerin kendilerini güvende hissetmeleri için biz de Türkiye olarak gelişmeleri bundan sonra da yakından izleyeceğiz. Yabancı düşmanlığı ile ilgili tehdit alan veya saldırıya uğrayan vatandaşlarımız derhal yerel Alman makamlarını arayıp yardım isteyebilecekleri gibi, yedi gün yirmidört saat görev yapan Konsolosluk Çağrı Merkezimizi (+90 312 292 2929) de arayabilir ve destek talep edebilirler.
Solingen dramından 18 sene sonra, hiç bir suçları olmadığı halde, yalnız değişik bir kültürden geldikleri için hunharca öldürülen vatandaşlarımızın aileleriyle bir araya gelmek üzücüydü. Tülin kızımızın dediği gibi, umarım bu defa ilgili makamlar bundan ders alırlar ve Almanya’da bir daha böyle elim olaylar yaşanmaz.
.