You are currently viewing Arap uyanışı, Türkiye ve yeni Anayasa

Arap uyanışı, Türkiye ve yeni Anayasa

Geçtiğimiz Cuma günü, Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi (ADAM) tarafından düzenlenen “Yarınlar İçin Genç Anayasa” başlıklı toplantıya katıldım. Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelen üniversiteli gençler ve öğretim üyelerini bir araya getiren programda yaptığım açılış konuşmasını ilgilenenler için buradan da paylaşmak istiyorum:

Ülkemizde devam etmekte olan yeni anayasa çalışmalarının genel anlamda yumuşak gücümüz, özellikle de “Arap Uyanışı” olarak adlandırılan değişim dalgasından etkilenen ülkeler için neden önemli olduğunu anlattığım konuşmanın metni şöyle: 
“Anayasa konulu bir programın açılış konuşmasının Dışişleri Bakan Yardımcısı tarafından yapılacak olması belki sizi şaşırtmış olabilir.
Zira anayasalar özünde, ülkelerin iç hukuk ve yönetim şekillerini belirleyen, vatandaşların hak, özgürlük ve sorumluluklarının genel çerçevesini çizen toplumsal sözleşmelerdir.
Dolayısıyla bu açıdan yaklaşıldığında, Dışişleri Bakanlığı’nın ve dış politikamızın yeni anayasa çalışmalarıyla doğrudan ilgisi yokmuş gibi bir düşünce ortaya çıkabilir.
Ancak konuya biraz daha derinlemesine bakıldığında, yeni anayasa çalışmalarının ülkemizin dış politikasıyla da yakından ilgili olduğunu görürüz.
Bildiğiniz gibi günümüzde uluslararası politikada söz sahibi olmak için “kaba güç” (hard power) tek başına yeterli değildir. Bir ülkenin ekonomik, kültürel ve insani zenginliklerini ön plana çıkartmak suretiyle çekim gücünü arttırmasını sağlayan yumuşak güç, gün geçtikçe daha önemli hale gelmektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde, küreselleşme büyük ivme kazanmış olup, çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşları gibi devlet dışı aktörlerin önemi artmıştır. İletişim çağı olarak da adlandırılan günümüzde, yumuşak güç daha da ön plana çıkmıştır.
Zira, bu yeni aktörleri ve yabancı kamuoylarını etkilemenin yolu askeri güç kullanmaktan değil “ikna”dan geçmektedir. Bugün Hollywood, ABD ordusunun envanterinde bulunan en etkili silahtan daha önemli bir görev icra etmektedir.
Bu yeni dönemde ülkemiz, ekonomik performansı, kültürel zenginliği, kültürlerarası diyalogdan, çatışmaların barışçı yollarla çözümlenmesine kadar uzanan geniş bir yelpazedeki diplomatik faaliyetleri gibi “soft power” unsurları sayesinde yükselen bir güç haline gelmiştir.
2001 yılında 196 milyar Dolar olan Gayri Safi Yurtiçi Hasılamız, 2005’te 481, 2011’de ise 772 milyar Dolar’a çıkmıştır. Böylece ülkemizde kişi başına düşen milli gelir, son 10 yılda 3 kat artarak 10.000 Dolar’ı geçmiştir.
Türk ekonomisi, geçtiğimiz yıl %8,5 ile Çin’in ardından dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olmuştur. Döviz rezervlerimiz 100 milyar Dolar seviyesine ulaşmış, ülkemize yapılan doğrudan yabancı yatırımlar geçtiğimiz yıl 15 milyar Dolar’ı aşmıştır.
Goldman Sachs tarafından yapılan bir analize göre, ülkemizin ekonomik büyüklük açısından 2040 yılında Kanada’yı, 2045 yılında da Güney Kore’yi geçmesi beklenmektedir. Bu analiz, dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer alma yönündeki vizyonumuzun bir hayal olmadığını ortaya koymaktadır.
Ülkemiz bugün bölgesinde ve dünyada son derece aktif ve dinamik bir dış politika izlemektedir. BM, NATO, İİT, KEİ, AGİT, Avrupa Konseyi gibi önemli uluslararası kuruluşların etkin bir üyesi olan Türkiye, aktif diplomasisi sonucunda 2009-2010 BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine 192 ülkeden 151’inin oyunu almak suretiyle seçilmiştir.
İspanya ile birlikte başlattığımız ve bugün 130 ülke tarafından desteklenen Medeniyetler İttifakı girişimi, kültürel uzlaşı ve hoşgörünün yayılmasını sağlayarak uluslararası barışa önemli katkılarda bulunmaktadır.
Ülkemiz, toplam 2 milyar Dolar’a ulaşan insani yardım ve kalkınma yardımı ile “yükselen donör” haline gelmiştir. OECD ülkeleri arasında son iki yıldır resmi kalkınma yardımlarını en çok arttıran ülke Türkiye olmuştur. Afganistan, Somali, Yemen, Myanmar gibi farklı coğrafyalardaki yardımlarımız, gerek ikili düzeyde gerek uluslararası kamuoyu nezdinde ülkemizin imajını güçlendirmektedir.
Siyasal ve ekonomik faaliyet alanımızdaki genişlemeye paralel olarak, 2002 yılında 165 olan yurt dışı temsilcilik sayımız bugün 202’ye yükselmiştir. 2009 yılından bu yana Afrika’da 19, Asya’da 6, Avrupa’da 1, Latin Amerika’da 4 ve Kuzey Amerika’da 2 olmak üzere toplam 41 yeni yurtdışı temsilcilik açtık. Böylece ülkemiz Angola’dan Somali’ye; Kolombiya’dan Myanmar’a geniş bir coğrafyadaki gelişmeleri birinci elden takip etme ve çıkarlarını koruma imkânına kavuştu.
Kültürel alana baktığımızda ise, ülkemizin bu sahadaki artan etkinliğinin en iyi örneklerinden biri Türk dizilerinin farklı coğrafyalarda yakaladığı başarıdır. Dizilerimiz bugün Balkanlardan Orta Doğu ve Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyada ilgiyle izlenmektedir. İstanbul başta olmak üzere ülkemiz bölge halkları için bir cazibe merkezi haline gelmektedir.
Ancak tüm bu yumuşak güç unsurlarının yanında ülkemizi bölgesinde ve ötesinde ön plana çıkaran önemli bir husus daha bulunmaktadır. O da gün geçtikçe gelişen demokratik standartlarımızdır.
AB üyelik sürecimizin getirdiği perspektif ve ivmeden de yararlanarak, son yıllarda özgürlük-güvenlik dengesini özgürlükler lehine değiştirmek ve demokratik standartlarımızı geliştirmek konusunda önemli mesafe kaydettik. AB üyeliği ülkemiz için stratejik bir hedeftir. Bununla birlikte, reformlar AB üyelik hedefinin yanı sıra insanımızın hayat standardını da yükseltmeyi hedeflemektedir.
Yapılan reformların etkilerini tabiatıyla öncelikle ülkemizde, bizzat bizler hissetmekteyiz. Sivil-asker ilişkilerinden azınlık haklarına, ifade özgürlüğünden parlamenter demokrasinin işleyişine kadar birçok alanda gerçekleştirilen açılımların sonuçlarını günlük yaşantımızda yakından tecrübe etmekteyiz.
Ancak Türkiye’nin geleneksel değerlerle modern demokrasinin gereklerini harmanlamaktaki başarısı, dış dünya tarafından da ilgiyle izlenmekte ve geniş bir coğrafya üzerinde olumlu etkiler yaratmaktadır.
Nitekim Kuzey Afrika ve Orta Doğu halkları, Arap Uyanışı olarak tanımlanan demokrasi mücadelelerinde ülkemizi bir ilham kayrağı olarak görmekte ve Türkiye ile işbirliği içinde olmayı kuvvetle arzulamaktadırlar.
Bu nedenle ülkemiz, bölgesel ve küresel düzenin geleceğini belirleyebilecek bu dönüşümün olumlu yönde ilerleyebilmesi için kritik bir rol oynamaktadır. Diğer bir deyişle, Türkiye tarafından demokratikleşme yolunda atılacak yanlış bir adımın geniş bir coğrafyada olumsuz yansımaları olacaktır.
Ülkemizdeki demokratikleşmenin sınırlarımızın dışına taşan bu etkisi, bize demokrasi yolundaki kararlı yürüyüşümüzü azalmayan bir hız ve azimle devam ettirmek için ilave bir neden vermektedir.
Kaldı ki, demokratikleşme her zaman daha iyiye ulaşmak için çaba gösterilmesi gereken, bir başka deyişle sonu olmayan bir süreçtir.
Bu yolda durmak ve gelinen noktayla yetinmek diye bir şey sözkonusu olamaz. Değişen şartlara ve halkın arzu ve beklentilerine uyumlu olarak her zaman demokrasi çıtasını daha yükseğe çıkarmamız gerekir. Aksi takdirde, demokrasinin dinamik ruhundan ve etkisinden yararlanmamız mümkün olamaz.
İşte Dışişleri Bakanlığı olarak bizler de bir süredir devam eden yeni anayasa çalışmalarına bu perspektifle bakıyor ve bu süreci Türkiye’nin demokrasisini daha da üst seviyelere çıkartmak için kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak görüyoruz.
Türk halkının özlem ve arzularını yansıtacak, Türkiye’nin bugün uluslararası alanda kavuştuğu ayrıcalıklı konumu pekiştirecek modern ve kapsayıcı bir anayasanın hazırlanması, içeride olduğu kadar dış politikada da elimizi güçlendirecektir.
Bu anlayışla hazırlayacağımız yeni anayasa, özellikle yakın bölgemizde onurlu bir hayat mücadelesi için canlarını ortaya koyan ve başlattıkları değişim sürecini demokrasiyi kurumsallaştırmak suretiyle başarıyla neticelendirmek isteyen bölge halkları için de büyük bir ilham kaynağı olacaktır.
Artan imkân ve kabiliyetleriyle küresel anlamda sorumluluklar üstlenen ve yeni dünya düzeninin oluşmasında söz sahibi olmaya çalışan Türkiye’nin bu yoldaki en önemli güç kaynağı bir demokrasi abidesi olmasını ümit ettiğimiz yeni anayasamız olacaktır.
Bu bağlamda, yeni anayasamız, 2023 vizyonunun öngördüğü Türkiye’nin hangi temeller üzerinde yükseleceğini, yerli-yabancı herkese en açık şekilde anlatabilmeli, bizi bu vizyona taşıyacak sağlam bir çerçeve ortaya koyabilmeli, Türkiye’nin kuvvetinin ekonomik veya askeri gücünden ziyade, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik yapısından kaynaklandığını herkese gösterebilmelidir.
Bu noktada, bir anayasanın değerinin, temsil ettiği siyasi uzlaşıyla ölçüldüğünü de ayrıca belirtmek isterim.
Bir başka deyişle, anayasalar çoğunluğun olduğu kadar azınlığın da arzu, korku ve endişelerini dikkate aldığı ölçüde anlam taşımakta; farklı görüş ve inançlara sahip olsa da tüm vatandaşlara ortak bir çerçeve sunabildiği ölçüde kıymetli olmaktadır.
Bu itibarla, yeni anayasamızı toplumun tüm kesimlerinin iştirakiyle hazırlamalı ve sonuçta ortaya gerçek anlamda katılımcı yeni bir toplumsal sözleşme çıkartabilmeliyiz. Geleceğin karar alıcıları ve yöneticileri konumundaki siz gençlerin de bu sürece aktif katılımı tabiatıyla çok önemlidir.
Umarım yeni anayasamız, gençliğin geleceğe umutla bakmasını sağlar ve başta komşularımız olmak üzere Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyada ilham kaynağı olur…”
.

Bir yanıt yazın