BM Güvenlik Konseyi (BMGK)’nin Afganistan konusunda 1526 (2004), 1988 (2011) ve 2557 (2020) sayılı kararları uyarınca çalışmalar yürüten “Analitik Destek ve Yaptırımları İzleme Ekibi”nin hazırladığı S/2021/486 sayılı, 22 sayfalık “Afganistan’da barış, istikrar ve güvenliğe tehdit oluşturan Taliban ile diğer bağlantılı kişiler ve oluşumlar” başlıklı 12. rapor 1 Haziran’da BMGK’na, ardından 21 Temmuz’da dünya kamuoyunun bilgisine sunuldu. Mayıs 2020 – Nisan 2021 döneminde bu başlık altında Afganistan’daki gelişmeleri irdeleyen rapor Kabil Havalimanı’nın korunması görevini üstlenmeye talip Türkiye’yi ve Türk kamuoyunu da ilgilendirmesi gereken unsurlar içeriyor. Bu nedenle, haftanın yazısını raporun içeriğini incelemeye ayırdım.
Raporun tamamlanmasından bu yana geçen iki ayı aşkın sürede ortaya çıkan gelişmeler BM’nin önceki bulgularını doğruluyor ve yakın gelecekte karşılaşabileceğimiz ürkütücü manzaranın boyutlarını ortaya koyuyor. Raporun bilgi kaynakları arasında BM üyesi tüm ülkeler, BM ve bağımsız insani yardım kuruluşları ile Afgan Hükümeti var. Kaynaklardan alınan bilgiler doğrulandıktan sonra kullanılıyor. Bu yazının hazırlandığı sırada, önceki tahminlerimizle tutarlı şekilde, Afganistan’da artan şiddet sarmalının ulaştığı düzeyi biliyoruz. Geçen birkaç gün içinde ivmelenen saldırılarla 2001’den bu yana ilk kez dokuz vilayetin merkezi Taliban’ın denetimine girdi; bunların üçünde Afganistan Hükümeti tek gün içinde mevzilerini terk etmeye zorlandı. Bu gelişmeler ışığında, Afganistan hakkında değerlendirmelerde BMGK raporu yol gösterici olabilir.
RAPORUN İÇERİĞİ:
Önce, raporun temel bulgularına hızlıca göz atalım:
* Taliban’ın Afganistan Hükümeti’ni zayıflatmak ve sivil halkı sindirmek için şiddeti tırmandırma eğilimini koruduğu; askeri üstünlük kazanma yoluyla müzakerelerde elini güçlendirme hedefini gözettiği; ülkedeki suikast ve hedefli cinayetlerin yüzde 85’inin Taliban’ın ve müttefiki radikal örgütlerin eseri olduğu vurgulanıyor.
* Afganistan toplumunu istikrarsızlığa sürükleyen ve içten içe çürüten yaygın uyuşturucu madde üretiminin Taliban’ın temel gelir kaynağı olmaya devam ettiği kaydediliyor.
* El-Kaide terör örgütü ile DEAŞ-Horasan, el-Kaide/Güney Asya (KGA) ve Hakkani Grubu gibi örgütlerin çok sayıdaki yabancı terörist savaşçılarının (YTS) Taliban’ın fiili himayesi, desteği ve koruması altında Afganistan’ın çeşitli bölgelerinde varlıklarını koruduklarına ve eylem yaptıklarına işaret ediliyor.
Raporun yeni ve ilginç bir yönü, “Taliban ve El-Kaide” başlıklı alt bölümün 41. maddesinde kayıtlı. Bu maddede, ABD’yle Taliban arasında 28 Şubat 2020’de Doha’da imzalanan anlaşmanın kamuoyuna açıklanan ana metnine ilave gizli eklerinin olduğu ilk kez bir BMGK belgesinde açıklanıyor.
Şimdi, raporun içindeki önemli ayrıntılara bakalım:
* El-Kaide liderliğinin çekirdek kadrosunun Afganistan’ın Pakistan’a bitişik 15 ilinde yerleşik olduğu, örgütün ses getirecek uluslararası eylemlere girişmek için “stratejik sabır”la ABD ve NATO kuvvetlerinin ülkeden çekilmesini beklediği vurgulanıyor. Öldürüldüğü haberleri doğrulanmayan el-Kaide lideri Eymen Muhammed Rabi el-Zevahiri’nin bölgede yaşadığı, Taliban ile el-Kaide arasındaki sıkı ilişkilerin güçlenerek sürdüğü, pek çok kaynaktan teyit edilen bu bilgilere rağmen Taliban’ın Afganistan’da “YTS bulunmadığı” yollu alışıldık inkarına devam ettiği kaydedilirken, Taliban yönetiminin YTS’lar için bir bilgi kayıt ve fotoğraflı kimlik sistemi tesis ettiği, düzenli temas ve iletişim içinde olduğu ifade ediliyor.
* El-Kaide ve KGA etkisinin özellikle Pakistan’a bitişik bölgelerde güçlü olduğu bildiriliyor. Diğer taraftan, KGA mensubu militanların yalnızca Afganistan ve Pakistan uyruklu olmayıp, aralarında Hindistan, Bangladeş ve Myanmar’dan gelenlerin de bulunduğu vurgulanıyor. Her iki örgütün de Taliban’la ayrıştırılması neredeyse imkansız köklü organik bağları olduğu hatırlatılıyor; Taliban tarafından yalanlansa da, hem e-Kaide’nin hem KGA’nın yayın organları aracılığıyla kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda Afganistan’daki eylemlerini övünerek sıraladıkları bildiriliyor.
* Irak ve Suriye’de faal DEAŞ’ın Afganistan, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka, Maldivler ve Orta Asya Cumhuriyetlerini kapsayan geniş bir alanı eylem sahası olarak tanımlayan DEAŞ-Horasan kolunun çok çeşitli ülkelerden ve etnik kökenlerden gelen militanlarıyla Taliban himayesinde küçük gruplar altında ve ülkenin her bölgesinde çalışmasına göz yumulduğu belirtilen raporda, Taliban’la DEAŞ-Horasan arasındaki bağlantının radikal ve özerk eylem yürüten, askeri gücüyle Taliban üzerinde nüfuz kurabilen Hakkani Grubu tarafından üstlenildiği kaydediliyor.
* Bu kalabalık gruplar dışında kalan ve sayıları 10 bini aşkın olarak tahmin edilen ülkedeki diğer YTS örgütlenmeleri arasında, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgeleri ile Orta Asya, Kuzey Kafkasya, Pakistan ve Şincan-Uygur Özerk Bölgesi’nden gelen “Tehrik-i Taliban Pakistan” (Pakistan Talibanı), “Doğu Türkistan İslami Hareketi”, “Cemaat Ensarullah”, “Cemaat el-Tevhid ve el-Cihad”, “Özbekistan İslami Hareketi”, “İslami Cihad Grubu” gibi oluşumlar sayılıyor.
Raporda, Taliban’ın parasal kaynakları ayrı bir bölümde inceleniyor. Buna göre, Kovid-19 salgını döneminde yavaşlamadan süren uyuşturucu üretimi Taliban’a muazzam gelir sağlıyor. Diğer yandan, Taliban’ın en önemli gelir kaynağı haşhaş ve kenevir ekimine dayalı afyon, eroin ve esrar üretimi olsa da, yasadışı madencilik kayda değer bir gelir kaynağı durumunda. Rapor, arazide gücü ve denetimi artan Taliban’ın Afganistan’daki 709 maden sahasının yarısından fazlasının işletimini doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol ettiğini, bu sahalardan çıkarılan cevherden gelir sağladığını açıklıyor. Rapora göre Taliban’ın kayda değer diğer gelir kaynakları arasında fidye amacıyla kaçırmalar, karayollarında oluşturulan kontrol noktalarında alınan haraçlar, gümrük kapılarından sağlanan gelirler, zenginlerden toplanan “bağışlar”, Afganistan dışında Orta Doğu, Körfez ve Güney Asya ülkelerinden toplanan yardım paraları da var. Dolayısıyla, Taliban şu anda kontrol ettiği bölgelerde bir “gölge devlet” işlevini üstlenmiş durumda ve milyarlarca dolara ulaşan gelirleriyle hem YTS’leri destekliyor, hem görevlendirdiği “bürokrasi mekanizması”nın ve militanlarının masraflarını karşılıyor. Üstelik, ülke genelinde alan hakimiyeti genişledikçe Taliban’ın ve bağlantılı hareket ettiği YTS’lerin gelir kaynakları da alabildiğine artıyor. Raporda bu konuda ayrıntılı bilgiler, liderlik kadroları ve faaliyetleri sıralanarak anlatılıyor.
BU BULGULAR TÜRKİYE İÇİN NEYİ GÖSTERİYOR?
BMGK’nin resmi belgesi niteliği taşıyan bu rapor Afganistan’da istikrarsızlık boyutunu çoktan aşarak kaos içinde tırmanan sıcak çatışma ortamın ne denli öngörülemez ve tehlikeli boyutlara ulaşmak üzere olduğunu ortaya koyuyor. Aslına bakılacak olursa, raporun bulguları son aylardaki gelişmelerin perde arkasındaki nedenlerini ve dinamiklerini sergilemekle kalmıyor, önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağımız manzaranın işaretlerini de veriyor.
Raporun önemli bulguları arasında geçmişte çoğunlukla Peştun etnik grubuna yaslanan ve Afganistan’ın diğer etnik gruplarına düşmanlık sergileyen Taliban’ın son yirmi yılda geçirdiği belirgin dönüşüme yer verilmesi ilginç: Taliban’ın militan kadroları artık radikalleşmiş Peştun, Tacik, Özbek ve diğer gruplara mensup daha kapsayıcı ve geniş tabanlı bir yapıya evrilmiş durumda. Radikal endoktrinasyonla desteklenen güçlü dini tebliğin etkisi, geniş tabanlı bir birleşmeyle netice veriyor. Böylece, artık Peştunlarla meskûn olmayan bölgelere sızmak ve hakimiyeti kurmak eskisine göre kolaylaşıyor. Üstelik bu kadrolar Afganistan dışındaki ülkelerden gelen çeşitli etnik kökenlere mensup, kuzey Afrika’dan Kafkasya’ya, Körfez’den Orta ve Güneydoğu Asya’ya uzanan çok geniş bir coğrafyadaki örgütlenmelerle birlikte çalışıyor. Farklılıklar, evlilikler yoluyla aşılıyor, organik bağlantılar güçleniyor. İlginç olan nokta, birbirleriyle iç içe geçmiş bağlantılarına rağmen bu örgütler tarafından girişilen saldırılara diğer bazı grupların itiraz edebiliyor olmaları. Bu itirazın aslında iyi hesaplanmış, maksatlı bir nedeni var: tepki ve husumet toplamamak, dikkati dağıtmak amacıyla, çatışmanın kargaşasında sis perdesi arkasına gizlenen eylemleri faili meçhul veya şüpheli bırakmak yoluyla sorumluluktan sıyrılmak.
Bu dağınık görünen ancak kendi içinde ilişkili eylemleri yürüten geniş yapının Afganistan için nasıl bir gelecek düşlediği sır değil. Selefî anlayışa dayalı, münhasıran şer’î hükümlerin geçerli olacağı, farklılıkların “Emir’ûl Müminîn” (Müminlerin Emiri) tarafından yönetilen “İslam Emirliği”nin potasında eritileceği, tek sesli ve totaliter bir yapının ilk aşamada Afganistan’da inşası hedefleniyor. Bu girişimin militan yapısının gelecek hayaline ulaşmak için giderek güçlenen ses getirecek eylemlere girişeceğini tahmin etmek zor değil. O halde, Türkiye’nin üstlenmek için talip olduğu Kabil Havalimanının korunması görevinin —kolaylaştırıcı olacağı ileri sürülen ortak “dini ve kültürel bağlarımız”a rağmen— hangi gevşek zeminde yürütüleceğini, ne tür öngörülemeyen riskler içereceğini düşünmek bakımından bu rapor içinde önemli bulgular barındırıyor.
Bu durumda, şu güncel soruyu yeniden sormak önemli: Türkiye’nin hangi dış politika ve güvenlik stratejisi, kamuoyunda tartışmaya açılmayan hangi yüksek çıkarları Afganistan’da riskleri ve tehlikeleri böylesine açık bir askeri görevi mecburi kılıyor?
Gerçekten, Afganistan’dan USA askerinin çıkma kararı akabinde bizim orada gönüllü olarak bazı pozisyonlar almamız hepimizi endişelendiriyor! Öncelikle hükümetimiz hiç bir açıklama getirmiyor halkına ne gibi menfaatlerimiz olduğundan!
Niye hiç bir devlet bu göreve atlamadı, biz atladık!
Kesin bunların altında başka
bir ajanda var!!
Naci bey yazınızda bize okuma fırsatı verdiğiniz rapor açıkça gelecekteki riskleri bize anlatıyor!
Vatanımı seven bir insan olarak bütün temennim bu yanlışlardan en kısa zamanda dönmek!
Paylaşım için teşekkürler!
Vatandaş olarak, Afganistan konusunda Türk dış politikasının takip ettiği yol, endişe verici. Alınan kararların meclis kontrolü dışında olması, Afganistan görüşmesinde, iktidarın üst düzey dış işleri temsilcileri varken tercümanlığı bir genç kızın yapması diğer bir endişe kaynağı. Sn. Koru’nun çok güzel ifade ettiği gibi “ülkenin hangi yüksek çıkarları” bu riskleri gerektiriyor. Kesin inançlı ve diyaloğ şansı bulunamayacak terör örgütleri hedef için aklimuvazeneye ne kadar itibar edecektir. Saddam zamanında gelen Kürt vatandaşların arasına sızan PKK lı teröristler nedeniyle Türkiye’de terör büyük tırmanışa geçmişti. Şu anda Türkiye’ye gelen Suriye ve Afganlı kişilerden ne kadar eğitilmiş uyuyan terörist var ve zamanı geldiğinde ne tür eylemler yapabilecek, biliyormuyuz. Bu kişilerin gelecekte ülke insanlarına karşı kirli politikalarla sahaya sürüleceği endişesi vatandaşı ürkütmekte. ABD nin B.M. raporunda açıklanan gizli maddeleri hangi kirli politikaları dayatacak. Geleceğe endişeyle bakıyoruz.