Televizyon kanallarımızda dizi enflasyonu var ama bunların hiçbiri Netflix’in yayına aldığı diziler kadar ses getiremiyor. Bir Başkadır’dan sonra şimdi de “Kulüp” milyonları ekran karşısına çekti. Çok iyi hazırlanmış bir senaryo usta bir oyunculukla desteklenince yakın tarihimizden kesitleri ekranlarımıza getiren bu dizi hepimizi duygulandırdı. Şimdi günlük hayatımızda nadiren karşılaştığımız gayrimüslim vatandaşlarımızın bir zamanlar hayatımızın ne kadar içinde olduklarını, ne kadar eziyet çektiklerini, dışlandıklarını ve kendilerini kötü hissettiklerini hatırladık.
Tarih okumalarım sırasında, Osmanlı döneminde gayrimüslim vatandaşlarımızın toplum ve devlet idaresinde üstlendikleri önemli görevler her zaman dikkatimi çekmiştir. Örneğin Cumhuriyet öncesi hükümetlerdeki dışişleri bakanlarının ikisi Ortodoks Rum, biri Ermeni, biri de Katolik’tir. (Sırasıyla, Aleksandros Karatodori ve Sava Paşa, Gabriel Noradunkyan ve Yusuf Franko Paşa) Üst düzey bürokratlarımız arasında da çok sayıda gayrimüslim olduğunu biliyoruz. Meclisi Mebusan’da ve Cumhuriyetin ilk Meclisinde de Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımızın nüfustaki oranlarına yakın sayılarda temsil edildiklerini görüyoruz.
Sonra ne olduysa oldu, ülkemizdeki farklı kültür ve dinlerdeki vatandaşlarımıza karşı zaman zaman hoşgörüsüz davranışlar yaşanmaya başladı. Kulüp’te de bunun örneklerini görüyoruz; büyük işletmelerdeki gayrimüslim vatandaşlarımız kendilerini o toplumun bir parçası gibi hissetmemeye başladılar. Selanik’te Atatürk Evi’ne saldırı düzenlendi diye 6-7 Eylül 1955’te gayrimüslim vatandaşlarımızın İstanbul’daki evleri ve işyerleri yağmalandı. O günlerin fotoğraflarını gördüğümde hala içime fenalık basar.
Ekonomik zorlukların yaşandığı dönemlerde de yükü omuzlayacak gruplar olarak hep gayrimüslimler akla geldi. 1942’teki Varlık Vergisi’ni bugün hangimiz makul karşılayabiliyoruz? Binlerce vatandaşımızın varlıklarına el konulması, vergiyi ödeyemeyecek durumda olanların çalışma kamplarında çalışmaya gönderilmeleri sonucunda hem kendi vatandaşlarımızı küstürdük, hem de dünya aleme rezil olduk. Bununla da kalmadı, bu utanç verici uygulama sonucunda geleceklerini başka ülkelerde aramak üzere binlerce gayrimüslim vatandaşımız ülkemizi terk etti. (Chicago’da başkonsolos olduğum yıllarda genç bir vatandaşımız beni yemeğe davet etmişti. Yemekte hayat hikayesini anlattı. Safarat Yahudilerindenmiş. Babası varlık vergisinden dolayı uzun yıllar önce Türkiye’yi terk etmiş. Birlikte Amerika’ya yerleşmişler. “Bedenim burada, ama gönlüm hala Türkiye’de” derken gözlerinin yaşardığını hatırlıyorum).
Rahmetli babam kolonyacıydı. 60’lı ve 70’li yıllarda Basmane’deki dükkanımızda ben de küçük yaşlarda esnaflık öğrendim. Toptan alışveriş yaptığımız firmaların sahiplerinin büyük bir kısmı Yahudi ve Ermeni’ydi. Babam sipariş vermeye giderken bazen beni de yanında götürürdü. Bir keresinde unutmam, siparişler toplanıp kolilere konulduğunda toptancı Moris amca küçük bir kartonun üzerine yapıştırılmış bir altını paketlerin üzerine atıp “hayırlı işler olsun Muzaffer; sakın nasıl ödeyeceğim diye endişe etme, kazandıkça ödersin” demişti. Zaman içerisinde toptancılarımızın kimlikleri değişti; Kulüp’teki gibi firmalar da el değiştirdi; sahipleri Müslüman olmaya başladı. Bazıları bunu olumlu bir gelişme olarak yorumladılar; ama aslında her bir Türk gayrimüslim ülkeden uzaklaştığında ülkemiz de o derecede zenginliğini kaybetti; daha tekdüze bir ülke haline geldi.
Osmanlı sonrasında ülkemize Türkiye Cumhuriyeti adını verirken sanırım biz Türklüğü yanlış yorumladık. Türklük için sanki Müslümanlık gerek şartmış gibi değerlendirdik. Bunun sonucunda da ülkeyi “bizim gibi olmayan” Türklerden arındırmayı maharet bildik. Bunları yazmak biraz zor; ama son yüzyılımıza baktığımda gördüğüm manzara bu yazdıklarımı doğruluyor maalesef. Bugün bir generalimiz, bir valimiz, bir büyükelçimiz var mı farklı bir inanıştan gelen? Bırakın bu üst düzey devlet görevlilerini, gayrimüslim bir trafik görevlimiz, bir tapu memurumuz var mı bildiğiniz? Geçmiş dönemlerde Mecliste farklı dinlerden milletvekillerimiz olurdu, şimdi kaç vekil var? Benim hatırladığım, iki değişik partiden iki Ermeni vatandaşımız temsil ediliyor. O kadar.
Diplomaside yedi yılım Almanya’da geçti. Pek çok kişi gibi ben de bu ülkede yaşayan vatandaşlarımızın nasıl ayrımcılığa maruz kaldıklarını üzüntüyle gözlemledim. Yabancı düşmanlığı Almanya’da bugün de gündemde olan önemli bir konudur. Buna rağmen bu ülkede resmi görev alınırken insanların dinlerine, etnik yapılarına bakılmaz. Türk isimleri taşıyan, İslam dinine mensup çok sayıda devlet memuru var Almanya’da. Müslümanlar subay da olabilirler, yerel yönetici de. Alman hariciyesinde de bizim isimlerimizi taşıyan diplomatlar var. Son yıllarda bazı Batılı ülkeler artık Türk kökenli büyükelçi gönderiyorlar Ankara’ya. Bizim hariciyemizde ise tek bir azınlık mensubu yok maalesef.
(Başkonsolos olarak görev yaptığım bir dış merkezde yerel memur alımı için sınav açmıştık. Sınavda genç bir kadın vatandaşımız birinci oldu. Sonuçları bakanlığımıza iletip memuru işe başlatma konusunda onay talep ettim. Talimat gecikince telefonla arayıp işlemi çabuklaştırmak istedim. Bakanlıktaki ilgili memur biraz sıkılarak, “kazanan vatandaşımızın eşi Ermeni, bunu biliyorsunuz değil mi” diye sormuştu. “Biliyorum tabii, ne sakıncası olabilir ki” diye cevapladım. Sonra da göreve başlattık gencimizi. Ama uzun süre kalmadı, birkaç yıl sonra görevden ayrıldı).
AK Parti’nin ilk döneminde bu ayrımcı uygulamaların son bulacağı konusunda çok olumlu gelişmeler oldu. Azınlık mensuplarının da ülkenin “asli üyeleri” olarak görülen gruptan hiçbir farkı olmadığına inançları yükselmeye başlamıştı. Yöneticilerimizin de yaptıkları açıklamalar bu yöndeydi. Mutlu yıllardı o yıllar. Bakanımız Ahmet Davutoğlu’nun bu yöndeki söylemlerini de burada zikretmek isterim. Bir keresinde İstanbul’da Musevi Cemaati tarafından düzenlenen bir törene bakanlığımızı temsilen beni görevlendirmişti Ahmet bey. Bu vesileyle Cemaat mensupları ile bir gün geçirdim. Düzenlenen törende bir de konuşma yaptım. Sonra Cemaat üyeleri ile bir yemekte bir araya geldim. Musevi Cemaat lideri ile sohbet ederken, “gençlerinizi diplomat olmaya teşvik ederseniz ne iyi olur, biz de güç kazanırız” demiştim. Beni tebessümle karşılamıştı başkan İbrahimzadeh. Ancak, o güne kadar olmadığı gibi, sonraki yıllarda da diplomat olmak için başvuran Musevi bir genç olmadı hatırladığım kadarıyla. Sanırım bugün de yok.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Yukarıda paylaştıklarım çok kültürlü bir toplum oluşturma konusunda benim tanık olduğum ayrımcı uygulamalar. Aslında her geçen yıl daha demokrat, daha hoşgörülü olmamız beklenirken uygulamalarımızla maalesef daha iyiye gitmiyoruz. Zaten bunun sonucunda kan kaybımız da devam ediyor. Eskiden milyonlarla, yüzbinlerle ifade edilen farklı kültürlerden gelen insanlarımız bu değerlerini başka ülkelerin hizmetlerine sunmak zorunda kaldılar. Biz ise ülke olarak bu süreçte değerlerimizi kaybetmiş olduk; ayrıca ekonomik olarak da fakirleştik.
“Kulüp”ün ilk sezonunu izlediğimde zihnimi meşgul eden düşünceler, hayatımın farklı dönemlerinde yaşadıklarıma ilişkin bazı anılar bunlar oldu. Kulüp’ün ilk sezonu sona erdi. Pek çok kişi gibi ben de ikinci sezonu dört gözle bekliyorum. Kulüp’ün bir süre daha gündemimizde kalacak olmasını aslında bir avantaj olarak değerlendirmeliyiz. Ana akım medya çok ilgi göstermese bile sosyal medyadaki mecralarda bu konunun yoğun bir şekilde gündemde tutulmasını arzu ediyor gönlüm.
Yakın tarihimizi objektif değerlendirmeyi deneyerek konuşmaya başlamalı, içimizi dökmeli ve daha eşitlikçi, hoşgörülü bir toplum inşası için üzerimize düşeni yapmalıyız.
Merhaba. Naci Bey e Kulüp dizisi ile ilgili duygu ve düşüncelerini kendi sayfasına taşıdığı için Teşekkür ederim. Yakın tarihimizde ne yazikki hoşumuza gitmeyen şeylere şimdilerde şahit oluyoruz. Tabiki yaşanan olayları tüm gerçekliği ile araştırmamız ve değerlendirmemiz gerekiyor. Gayrimüslimler herzaman bizim topraklarımızda bir kültürel zenginlik diye düşündüm. Ama şöyle bir sorun var bizim ülkemizde..bir grupta bir cemaatte bir toplulukta sorun varsa bı sorunu ortadan kaldırmak için tamamen o grubu o topluluğu ortadan kaldırmak suçluyu sucsuzu ayırmadan topyekûn bir karalama kampanyası vs. .Temel problemimiz bence bu..bu sıkıntımız hala devam ediyor bence…..İnsan ve insani değerler herşeyden önce gelmeli…her ne olursa olsun bir insan dininden ırkından maddi manevi değerlerinden dolayı kesinlikle ötekilestirilmemeli. Bir gruba mensup diye bir hatasından ötürü o grup kotulenmemeli.. saygilarimla
Sayın Ülkü Çağlayan ,
Hiç sevmediğim bir kelime ” Hoşgörü ” .Dediğiniz gibi ,işlenmiş bir kabahati veya kusuru affetmek gibi.Dedem Çanakkale muharebesinde şehit düşmüş ,annemden öğrenmiştim.Ben 1974 Kıbrıs çıkartmasında ,askerliğimi bitirdikten 1;5 yıl sonra ihtiyat askerliğine çağrıldım ve koşarak gittim.Vatanım için her şeyi yaparım. 45 günlük ihtiyatlıktan sonra tekrar terhis oldum.
Bu yüzden ” hoşgörü ” kelimesini hiç hazetmiyorum.
Sizi de yazmış olduğunuz bu güzel yazıdan dolayı tüm kalbimle tebrik ediyorum.Sağlıcakla kalınız.
Ne güzel yazmışsın.İstanbul’un Moda’sında doğup,azınlıklarla içime büyüyüp yaşamı paylaşmış biri olarak duygulanarak okudum.Ama sevgili Halil Akıncı’nın bu sonuca götüren gelişmeleri de irdelememiz gerektiği vurgusuna katılıyorum.(Mazeret oluşturmasa da)
Naci bey yazdıklarınıza saygı duyuyorum ancak geçmişte olup bitenleri Türklere ve Müslümanlara yapılanları hiç gündeme getirmiyoruz.unutuyoruz.ben de bir göçmen çocuğuyum Selanik kayalar göçmeniyim o topraklara gittiğimde maalesef 560 yılı yaşadığımız yerlerde bizden tek bir iz kalmamıştı o kadar ki tek bir mezar bile yoktu sadece kendimize vurmak ne kadar doğru bilemiyorum yanlış her yerde yanlıştır sadece bizim Yanlışlarımızı konuşmak acaba farklı amaçlara hizmet edermi diye de düşünüyor ve soruyorum. Örneğin biz yabancı vakıfların tüm mallarını iade ettik.onlar ise bizim vakıflarımızın mallarını iade etmedikleri gibi mevcut mallarada el koyuyor ve yok ediyorlar Rodosta batı trakya’da diğer adalarda yaşananlar ortada.Sadece tek yanlı veren olmakta unutmayalım ki iyi olamayız adaletli olmak insan haklarına saygılı olmak karşılıklılık esasını da doğurur.tespitlerimizide buna göre yapmalıyız
Yazınız güzel ve aydınlatıcı.Kulüp bir açıdan yakın tarihimizle yüzleşme niteliğinde bir dizi.Çok beğendim.Geçenlerde ermeni kökenli bir vatandaşımızın kaymakam olarak atandığını okudum memnun oldum. Öz eleştirel özgüvene sahip bir ülke olmalıyız.
Sayın Büyükelçim, çok önemli bir konuyu, çok isabetli, özlü ve rahat anlaşılır şekilde dile getirmiş olmanızdan dolayı tebriklerimi sunarım.
Bütün yazılarınız gibi bu yazınız da çok aydınlatıcı.
Küçüklüğümde ve gençliğimde Rum, Ermeni, Kürt, Alevi, Amerikalı, Alman hiçbir ayırım gözetilmeyen bir çevrede yetişen mutlu insanlardan biriyim.
Dinine bağlı büyükanne ve dedem çocuklarına ve bize gerekli dini bilgileri öğretmekle birlikte baskı yapmadan özgür çocuklar yetiştirdiler. İş yerimde çalışırken de hiçbir kimseyi ayırmadan görevimi yaptığım için çok mutluyum ve vicdanım çok rahat.
Öyle bir dönem yaratıldı ki içim sızlıyor. Ben de kendimi ülkemde ötekileştirilmiş hissediyorum doğrusu.
Kulüp dizisi hakkında bilgim yoktu.
Bu gece izlemeğe başlayacağım.
Ben de çok begendim ve etkilendim Teşekkür ederim.
Bunca yıldır gizli kalan bilgiler, baskı altında kalan duygular Salkım hanımın taneleri ve Kulüp filimleri ile gün yüzüne çıkıyor.
Çocukluğumda ailem bizi bu gerçekleri anlatarak büyüttü. Topluma karıştığım yaşta; ikinci dünya savaşı gerçekleri dahi bir çok gerçeğin bilinmediğini öğrendim.
Uzun lafın kısası bu tür eğlendirirken eğiten dilimlerden çok yönde keyif alıyorum.
Değerli görüşlerinize katılıyorum Sayın Büyükelçim.Uygar toplum ve devlet ayırımcılık yapmaz.Başkalarını ırkçılık ve İslamofobiyle eleştirirken aynı hataları biz yapmışız.Çuvaldız meselesi..
Naci Bey, tum yazilarinizi severek takip ediyorum. Bu da harika olmus, elinize saglik👏👏👏
Bu cesur yazı için sizi kutluyorum. Eski bir bürokrat olarak deneyimlerinizi bu şekilde paylaşmanızın çok kıymetli ve önemli olduğunu düşünüyorum. Esasen etnik ve dinsel açıdan tek tip bir toplum yaratma mühendisliğinin sonuçlarının sadece gayrimüslim yurttaşlarımızla sınırlı olmadığı günümüzde kendisini dayatan yakıcı sorunlarımız bağlamında da hepimizin malumudur. Bunlarla samimi olarak yüzleşmeden Cumhuriyeti halka mal edip demokrasi ile taçlandırmamız da mümkün değil.
Emeğinize bereket!
Güzel bir yazı Naci bey. toplum olarak olgunlaşmaya çok ihtiyacımız var. ittihat ve terakki’den gelen, mübadele uygulamalarının devamı olarak görüyorum varlık vergisi vs uygulamaları. resmen adamların üzerine çökme.. geçen meclis bütçe konuşmalarında garo paylan dedi yanılmıyorsam,
Tabi bazı laiklerde bir başkadır ve kulup dizisi çektik mesele kapandı havası var, o da olgunlaşma ihtiyacımızın bir başka örneği.
Tam kalbime göre bir yazı. Ama Alevileri de unutmamak gerekir. Bir şöför kadrosu için atama yapılırken bile “Alevi filan olmasın” diyorlar.
Dedikleriniz doğru da bu tepkinin/baskının niye ortaya çıktığını da araştırmak gerekiyor. 1856-1908 arasını, kapitülasyonları,
kolayca yabancı vatandaşı olup da müslümana baskı yapan yerli gayri müslimleri, yabancı temsilciliklerin öz vatanımızda devletimizin de yardımı ile bizi nasıl ezdiklerini incelemek gerekiyor.
Bu incelemenin sonucu ne olursa olsun devlet eliyle yapıldığı için 20.yy da özür dileyip tazminat ödemenizi gerektiren tek olay olan 6-7 Eylül utancını ortadan kaldırmaz.
Çok güzel ve benimde düşüncelerimi yansıtan bir yazı.Doğada da öyle ;kirlenme ,canlı çeşitliliğini ve güzelliğini ,
zenginliğini öldürüyor.
Azınlıkların ülkeyi terketmesi bize çok şey kaybettirdi.👏🏻
Sayin Buyukelcim ne kadar guzel yazmissiniz, ben de diziyi izlerken ayni seyleri dusundum , selamlar 🙏
“Hoşgörü “ kelimesi güzel, olumlu bir kelime elbet, bunun yanısıra “Eşitgörü” kelimesini eklemek isterim.Hoşgörü bir kusuru veya hatayı affedici olmayı ifade ediyor , “eşitgörü”, birlikte yaşadığımız toplum üyelerini farklılaştırmamayı … İhtiyacımız olan da bu sanırım.