Diğer birçok meslekten farklı olarak dışişleri bakanlığında mesleğe başlayan genç diplomatlar kendilerini ilk günden itibaren işin tam ortasında bulurlar. Başta bakan ve yardımcıları olmak üzere, üst düzey yetkililerin yaptıkları önemli görüşmelerin notlarını da yine bu genç diplomatlar tutarlar, bunları “servis notu”na dönüştürüp, amirlerinin onayına, sonra da ilgili bakanlık birimlerinin bilgisine sunarlar. Dahası, uluslar arası gelişmelerin sıcak konularında ülkenin pozisyonunun belirlenmesi amacıyla yapılan çalışmalara da genç diplomatlar, amirlerinin nezaretinde katkı sağlarlar. Bu çalışmaların sonuçları daha sonra taslak halinde hazırlanıp sırayla tüm amirlerin onayına sunularak en üst makama kadar çıkarılır. Bakan tarafından da onaylanmasını takiben bu değerlendirmeler hükümetin, dolayısıyla ülkenin tutumuna dönüşür. Böyle bir çalışma ortamında yetişen genç diplomatlar da ileriki yıllarda daha önemli sorumluluklar üstlenecek deneyimi kazanırlar.
Dışişlerindeki bu çalışma düzeni, zaten ortalama çizginin oldukça üzerinde bir bilgi birikimi ve yetenekle seçilen diplomatlarımızın kısa süre içerisinde deneyim kazanmasını ve mesleklerini öğrenmesini de sağlamaktadır. Son merkez görevi yıllarımda bakanlıkta düzenlediğimiz hizmet içi eğitim programlarında, diğer yöneticilerimiz gibi ben de meslekte yükselmenin usta-çırak ilişkisi üzerine oturduğunu anlatır ve bu ilişkinin güçlü bir şekilde devam etmesinin önemine vurgu yapardım. Türk diplomatları bugün dünyada takdir edilen sınırlı sayıdaki ülke diplomatlarıyla birlikte anılıyorsa bunun temel nedeni, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana gayet etkili çalışan bu altyapıdır diyebilirim. Diplomasi becerileriyle tanınan İngiltere, Rusya, Almanya gibi ülkelerin dışişleri bakanlıklarının da bizimkine benzer bir altyapıda çalıştığını özellikle vurgulamak isterim.
AK Parti ilk döneminde Dışişleri bürokrasisine güvendi
Ak Parti iktidara geldiğinde dış politikada güçlü bir dışişleri kadrosu bu yeni yönetime tam destek verdi. İktidar kamu kurumlarında kadrolarını kurarken diğer bakanlıklarda kendi bildiği isimleri görevlendirdiği halde dışişlerinde böyle bir arayışa girmedi. Bakanlığa diğer kurumlardan veya dışarıdan yatay geçiş mümkün olmadığı için böyle bir seçenek zaten yoktu; ama bence bu yönde bir ihtiyaç da hissetmedi Ak Parti yönetimi. Dışişleri Bakanlığına dışarıdan takviyenin düşünülmemesinin bir nedeni de bakanlığın, konularına hakim güçlü diplomat kadrosuna sahip olması yanında, Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi parti içinde oldukça güçlü olan siyasilerin bu kurumun başına getirilmesiydi. Belki zaman zaman Sayın Erdoğan’ın gönlünden geçmiştir; ama dışişlerine dışarıdan da görevlendirme yapma seçeneği bu dönemde hiçbir zaman gündeme gelmedi.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminin sonuna kadar Türk Dışişleri Bakanlığı dış politika konularında temel belirleyici olduğu gibi, başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere, önemli bazı kuruluşlara farklı alanlarda destek de veriyordu. Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı döneminde olduğu gibi Ak Parti’nin ilk döneminde de hem özel kalem hem de protokol birimleri tamamen dışişleri diplomatlarından oluşuyordu. Ayrıca cumhurbaşkanlığı ve başbakanlıkta güçlü bir dış politika danışmanlığı bölümü vardı. Ankara’da görev yaptığım yıllarda, önceleri birkaç bakanlıkla sınırlı kalan dış politika danışmanı talep eden bakanlıkların sayısı da arttı; ne ilgisi var diyebilirsiniz; ama Kültür ve Turizm bakanlığı da dahil olmak üzere çok sayıda bakanlık Dışişleri’nden diplomatlarla takviye edildiler.
Başbakanlığı döneminde Sayın Erdoğan’ın dış politika konularında diplomatlarımızın görüşlerine itibar ettiğine şahidim. Uluslar arası ilişkilerde en çetrefilli konularda alınacak kararlarda mutlaka dışişlerinin görüşü alınır, hatta bunun da ötesinde, ülke siyasetinin belirlenmesinde dışişlerinin tutumu büyük ölçüde belirleyici olurdu. Bu uzun bir süre böyle devam etti; sanırım hükümet de dışişleri bürokrasisi de bu ilişkiden memnundu.
Dışarıdan diplomat devri
Dışişleri’nin kendi alanında güçlü bir konuma sahip olmasının o dönemde bazı siyasiler tarafından pek de hoş karşılanmadığını biliyorum. Diğer kamu kurumlarına dilediği gibi atama yapabilen Hükümetin neden Dışişleri’nde dışarıdan “diplomat” görevlendiremiyor olması hep sorgulandı. “Bizim de yabancı dil bilen insanlarımız var, neden dışişlerinin ‘monşer’lerine mahkum olalım” sorusu maalesef bu kişilerin zihinlerinde hep yer aldı.
2015 yılında bakanımız Ahmet Davutoğlu’nun talimatıyla başlattığımız teşkilat yasası değişikliği sırasında bunu daha yakından gördük. Bizim hazırladığımız taslak yasa metnine, Meclise gitmeden önce birkaç paragraf eklenerek “yalnız büyükelçi düzeyinde değil, her kademede yatay geçiş yapılmasını mümkün kılan” paragraflar eklenmek istendi. Bunu haber alan Cumhurbaşkanı Gül, bu metin Meclise gitmeden çalışmaya müdahale etti ve bakanlık iradesi dışında yapılan bu değişiklikler metinden çıkarıldı. Daha önceki yıllarda da uygulamada olan, dışarıdan büyükelçi atanmasıyla ilgili maddeye iktidarın yaptığı eklemeyle, dışarıdan atanan büyükelçilerin merkeze döndüklerinde kurumlarına iade edilmeleri ile ilgili hükmün metinden çıkarılması girişimi de yine Cumhurbaşkanı Gül tarafından sonuçsuz bırakıldı. (Ama hükümet bu konuda daha sonra ısrarcı oldu; bu değişiklik ayrı bir yasa önerisiyle Teşkilat Kanununa eklendi. Böylece dışarıdan atanan büyükelçilerin merkezde de görev almalarının önü açıldı.)
Dışişleri bürokrasisinin son dönemde eski güçlü konumunda olmaması ülke için kuşkusuz kayıp. Bu durum maalesef bakanlık içindeki genç diplomatlarımızın geleceğe ilişkin umutlarını da zedeliyor. Önceleri bakanlıktaki basamakları adım adım çıkıp büyükelçi olmayı kendilerine hedef olarak belirleyen bu gençler şimdi merdivenin en üst adımlarına ulaştıklarında dışarıdan “kaynak yapacak” kimi kişilerin kendilerinin önünü kesebileceğini düşünüyor. Aslında bu umutsuzluk yalnız gençlerde de görülmüyor. İlk büyükelçilik görevlerinden dönen ve halen merkezde her hangi bir görev üstlenmeden bekleyen çok sayıda diplomatımızdan “bugünleri önceden görme imkanım olabilseydi, 25 yıl önce Bakanlığa girme heyecanı duymaz, liyakate kıymet verilen başka bir kariyer seçerdim” diye düşünenlerin sayısı da maalesef arttı.
Müşavereye, uzmanlığa ve özellikle dış politika konularında dışişlerinin deneyimli kadrolarına güvenen iktidar artık Dışişleri bürokrasisinin deneyimlerinden yararlanmayı aklına getirmiyor. Önceleri dış politikayla ilgili değerlendirmeler ve politika önerileri dışişlerinde hazırlanıp hükümete sunulurken şimdi yukarıda verilen kararlar uygulanması için bakanlığa iletiliyor. Bu böyle olmasaydı, bugüne kadar hassas bir dengede sürdürdüğümüz Türkiye-ABD ve Türkiye-Rusya ilişkileri başta gelmek üzere dış ilişkilerimizde Cumhuriyet’ten bu yana tanık olmadığımız sorunlar son yıllarda yaşanmazdı diye düşünüyorum. Şimdi geldiğimiz noktada, dış ticaretimizin yüzde 50’den fazlasını gerçekleştirdiğimiz, bir zamanlar tam üyelik müzakereleri yürüttüğümüz Avrupa Birliği, Demokles’in kılıcı gibi bizi ekonomik yaptırım başlatmakla tehdit ediyor.
Görevlendirmelerde liyakata öncelik vermek
Ülke ekonomisi bir şekilde düzelir; ama dış politikadaki hataların sonuçları diğer alanlardan çok daha vahim olabilir diye düşünüyorum. Hiçbir kurumumuzu yıpratmamamız gerekiyor; ama özellikle dışişlerinin uzun yıllarda kurulan yapısının bozulmaması önem taşıyor. Bugün yurtdışındaki büyükelçilerimizin önemli bir bölümü dışarıdan atanan kişilerden oluşuyor. İlk yıllarda yalnız özel uzmanlık istenen merkezlerde istisnai olarak dışarıdan büyükelçi atanırdı. Vatikan öyleydi, Lefkoşe öyleydi. Bazı Afrika ülkelerine de Afrika konusunda deneyimli üst düzey bürokratlar atandı. Şimdi ise Viyana, Lahey, Prag, Pekin, Tokyo gibi önemli merkezlerde eski siyasiler var. Diplomasi becerisi gerektiren merkezlerin başında gelen Tel Aviv’e de şimdi hükümete yakın bir düşünce kuruluşunun uzmanı atanıyor. Liyakata değil, sadakate dayanan bir uygulama maalesef dışişlerine de sirayet etmiş durumda.
Dış politika her ülke için olduğu gibi ülkemiz için de önemli. Hükümetler değişir, bu doğrultuda dış politikada da değişiklikler olabilir. Ama bizim son yıllarda yaşadığımız, üstten gelen talimatlarla ülkenin temel dış politika yöneliminde ani kırılmalar yaşanması hiç de hayra alamet değildir. Dış politikamızın belirlenmesinde yöneticilerimizin Dışişlerimize ve diplomatlarımıza güven duyması hepimizin çıkarına olacaktır.
Değerli meslektaşımın blogundan bugün haberim oldu, kendisini içtenlikle kutluyorum. Gençlerimize yönelik duyarlığı her türlü takdire değer. 2015 yılında olan ve eski Cumhurbaşkanımız Sayın Gül’ün bile engel olamadığı tatsız gelişmeleri bu yazısından öğrendim. Hepimizi çok üzen ve Türkiye’yi dünyada diplomatik yalnızlığa iten gelişmeleri açıklıkla özetlemiş. Bunu yaparken gençlere zor konuları profesyonel bir diplomatın nasıl formüle etmesi gerektiği konusunda anlamlı bir ders verdiğini düşünüyorum. Sorunun özünü, nedenlerini perdelemeden kelime ve üslup seçimine göstereceğiniz özenle aynı gerçeği özü değişmeksizin muhatabınıza iki farklı şekilde aktarabilirsiniz. Birisi hoyratça, ikincisi Naci Koru’nun yaptığı gibi profesyonel diplomatça. Ben iki ay sonra 85’ine adım atacak bir BE eskisi olarak kendisiyle eskiden paylaştığımız bu yeteneği son bir iki yıl içinde giderek kaybediyorum. Nadiren kaleme aldığım mesleki makalelerde hoyrat ifadeler kalabiliyor. Nedeni basit: yurt dışında sertçe mücadele ettiğimiz Türk düşmanlarına kendi ellerimizle koz vermemize dayanamıyorum.
Blogu izleyeceğim, yararlı ve başarılı olacağından kuşkum yok, üniversite öğrencisi iki torunuma tavsiye ediyorum. Tekrar içtenlikle kutlarım.
Beni ziyadesiyle mutlu ettiniz ve duygulandırdınız Sayın Büyükelçim. Merkez görevlerim sırasında sizinle bir araya gelme ve başta bilişim olmak üzere, farklı konularda sohbet etme fırsatı bulduğum için kendimi her zaman şanslı hissettim. O günleri de özlediğimi belirtmek isterim. Size sağlıklı ve mutlu bir ömür diliyorum. Saygılarımla.
Devlet yönetiminde hemen her kurum dışişleri benzeri yapıda idi. Bozulma ÖSYM nin kontrol edilerek sınavlarda bilgili ve yetenekli olanların değil de sadık olacaklarına inandıklarının kazandırılması ile başladı. Buradan girerek ilerleyenler daha sonra her kuruma dışarıdan atanarak yerleşmiş hizmet içi eğitim ve atanma sistemi bozuldu. Yazdığınız gibi genç çalışanların motivasyonları tamamen yok edildi. Daha orgeneral bile olmamış subaylar yani bir ordu yönetmemiş kişiler bir gecede Genelkurmay başkanı oldular. Sağlık bakanlığına özel hastaneler zinciri sahibi bir kişinin tüm ekibi yerleşti. Hakimler savcılar kurulu tamamen dışarıdan atanır oldu. Ülkenin en önemli üç diğer kurumu da bu şekilde yukarıdan yönetilir oldu. Bir ağır ceza hakimi olmak tıpta profesör ya da dış işlerinde büyükelçi olmak gibi liyakat gerektiren en önemli makamlardan biridir. Bir gecede bu hakimlerin yenileri ile değiştirildiğini gördük. Aynısı olmasa bile burada ABD de Trump da benzeri değişikler yapmaya çalıştı, ama Biden görevi aldığı ilk gün pek çoğunu eski haline geri getirdi. Umuyoruz Türkiye de demokratik cumhuriyet ilkelerine geri döner.
Yozlaşma yalnız dışişlerinde değil, tüm kurumlarda yaşanıyor. Ancak bakanlık dışından atanan büyükelçilerin tümünü aynı sınıflandırmada değerlendirmek bence hatalı olur. Eskiden de dışarıdan atanma vardı bildiğim kadarıyla. Önemli olan bu görevlendirmelerde liyakata önem verilmesi. Gördüğüm kadarıyla böyle bir değerlendirme yok.
Umarım zaman içerisinde değişir, liyakata dayalı bir sisteme kavuşur dışişleri bakanlığı.