You are currently viewing Dış politika nedir, ne değildir?

Dış politika nedir, ne değildir?

Ülke ekonomisini değerlendirirken işiniz göreli şekilde kolaydır. Seçilmiş istatistikleri maksatlı şekilde öne çıkarmaz ve doğrulanmış veriyi kullanırsanız, az çok yanılma payıyla geleceğe ilişkin somut ve tutarlı öngörülerde bulunabilirsiniz. Ülke ekonomisi, uluslararası değişkenlerden ve gelişmelerden de doğal olarak etkilenir. Fakat, bu oynaklıklar çoğunlukla büyük kriz dönemlerinde bile öngörülebilir. Küreselleşmenin bugün ulaştığı ileri ekonomik ve mali entegrasyon düzeyinde bu durum özellikle geçerlidir. 

Ekonomi ile dış politika arasında bir ilişki olduğunu hepimiz biliyoruz. Sağlam bir ekonomik yapı olmadan güçlü bir dış politika yürütülmesi mümkün değildir. Bununla birlikte, ekonomiden farklı olarak, dış politikadaki değerlendirmelerde sonuçlara ulaşmak daha karmaşık bir analizi gerektirir. Zira dış politika ile ilgili konularda çok fazla değişken vardır; karar alma süreçleri, değişen ve dönüşen çıkar ve beklentiler, küresel ve bölgesel gelişmeler, uluslararası ortaklıklar, ittifaklar ile bağlantılar, diğer ülkelerle ilişkilerde ortaya çıkan kırılmalar gibi değişkenlere ek olarak ülke içi siyasetin kıvrımları ile ekonomik zemindeki değişkenleri de dikkate almak gerekir. Dolayısıyla, dış politika yapıcıları değişime açık bu unsurları dikkate alarak karar vermek, ihtimallere ilişkin senaryoları geliştirmek ve şartlara göre esnek ayarlamalar yapmak zorundadır.

Dış politika bu nedenlerle, deneyim ile birikim, titiz ve profesyonel bir tasarlama, nihayet soğukkanlı uygulama sürecini gerekli kılar. Duygusallıktan ve düşlerden, heyecan ve hezeyandan uzak gerçekleştirilebilir uzun erimli somut hedefleri, çıkar odaklı planlamayı, hesaplanmış riskleri ve maceralardan uzak durma iradesini içeren kurumsal temeli güçlü bir dış politika başarılıdır. Dış politikada anlık, fevri ve keyfi kararlara, rastlantılara ya da temennilere yer yoktur, olamaz.

Son yıllarda iç politikadaki çalkantılarla ve artan ekonomik kırılganlıklarla eşzamanlı şekilde dış politikamız da zor bir dönem geçirmeye başladı. Bu dönemin belirsizlikle dolu sınamaları ağırlaşarak yorucu hal alıyor. Kaygılanmamız gereken, iyiye gidişe ilişkin umut verici bir emarenin olmaması. Dış politika referansları adeta kaybolmuş, yeni ilişkileri belirleyen kalıcı sabitler kurulamamış ve kontrolü kaybedilmiş bir savrulma veya sürüklenme durumu ortaya çıkmış gibi görünüyor. Bu gibi durumlarda, belirleyici unsurlar ‘zeminin kontrolü’ ve ‘politikanın sınırları’ olabilir: Kontrol edilemeyen kayganlıkta bir zemini yönlendirmeye eğilimli başka aktörler muhakkak vardır, olacaktır. Zira, dış politika boşluk ve belirsizlik kaldırmaz; ülkelerin çıkarları ve uluslararası sistemin yapısı buna izin vermez.

Öte yandan, her devletin politikalarının erişebileceği doğal sınırlar vardır. Bu sınırlar ekonomik, siyasi ve askeri gücün erişim alanıyla ve uluslararası dengelerin çizdiği hatlarla ortaya çıkar. Görünmeyen bu sınırların ötesine geçildiğinde çatışmaların yaşanması kaçınılmazdır, zira başka devletlerin çıkar ve etki alanlarıyla karşı karşıya kalınır. ‘Demokrasi bloku’ ile ‘Otoriter blok’ arasındaki cepheleşme tüm hatlarıyla belirginleşirken, bu durum çarpıcı bir hal alabilir. 

Şimdi, bu unsurları dikkate alarak ülkemizi ilgilendiren önemli güncel bazı gelişmelere birlikte göz atalım:

Dost ve müttefiklerimizle neler yapıyoruz?

Ne zamandır aramızdaki konuları doğru dürüst yüz yüze, yapıcı anlayışla görüşemediğimiz ‘demokrasi bloku’nun lideri ABD’nden geçen hafta ülkemize Dışişleri Bakan Yardımcısı düzeyinde yapılan ziyaretten olumlu bir sonuç çıkaran olmadı sanırım. Bakan Yardımcısı Wendy Sherman’ın Brüksel’den başlayıp Honolulu’ya kadar uzanan çok sayıda merkezi içeren turu kapsamında uğradığı Türkiye’de verdiği mesajlar yöneticilerimizi kızdıracak içerikteydi. Ankara ve İstanbul’daki resmî görüşmelerin ardından yapılan “mutad” açıklamaların ötesinde Sherman’ın ziyareti, esas olarak İstanbul Sözleşmesi’ni destekleyen bir maskeyle yaptığı açıklamayla, insan ve kadın hakları alanlarında çalışan STK’larla biraraya gelmesiyle, İstanbul’da Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeus’u ziyaretiyle hafızalarda iz bıraktı. Kuşkusuz bunlar önemli sembolik mesajlar içeriyor. Sherman, heyetiyle Anıtkabir’i de ziyaret ederek çelenk bırakırken, bu ziyaretini sosyal medyadan yayınlamaya özen gösterdi.

Ziyaret, 14 Haziran’da Brüksel’de düzenlenecek 31. NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi sırasında Türk ve Amerikan Devlet Başkanları’nın yapacakları görüşmenin hazırlık çalışması niteliğindeydi. Zirve’ye giden süreçte, ABD Başkanı Biden’ın sadece bir ay önce yaptığı “Ermeni soykırımı” açıklamasının sıradan bir olaymış gibi artık konuşulmadığını ve unutulmaya terk edildiğini geçerken not düşelim. Bunun önemli bir nedeni olabilir: Türk-Amerikan ilişkilerinin zemini iyice gevşemiş görünüyor. Ekonomik kırılganlıklarımızın artması ABD konusunda dış politika araçlarımızı azaltırken, sınırlarını da giderek daraltıyor. 

Geçtiğimiz hafta yapılan bir NATO toplantısında, ‘otoriter blok’un sadık üyesi Belarus’a yönelik kınama kararının Türkiye’nin girişimiyle yumuşatılması dikkat çekici bir başka gelişme oldu. Olayın arka planında, 23 Mayıs günü Yunanistan’dan Litvanya’ya giden RyanAir yolcu uçağındaki Belaruslu muhalif gazeteci Roman Protaseviç’in yakalanması vardı. Yolcu uçağı Belarus hava sahasına girdiğinde “bomba ihbarı” gerekçe gösterilerek, bir Belarus MİG-29 savaş jeti tarafından önü kesildi ve Minsk’e zorunlu inişe mecbur edildi. Yapılan aramada patlayıcı madde bulunamadı ama Belarus polisi indirilen uçaktaki Protaseviç’i gözaltına alıverdi.

Batı ülkeleri tarafından “korsanlık” olarak nitelenen bu olayın sivil havacılık tarihinde benzeri bulunmuyor. ABD ve AB, Belarus’a uygulanacak yaptırımları görüşürken, Belarus lideri Lukaşenko, ikaz yollu açıklamasıyla Belarus’un göçmen ve uyuşturucu madde trafiğini durdurmayacağını” bildirdi. Konu, NATO toplantısında da gündeme geldi ve bir kınama metni hazırlandı. Reuters ajansının haberinden öğrendik ki, kınama metnindeki ifadeler Türkiye’nin girişimiyle hafifletilerek kabul edilmiş. Resmî makamlar tarafından yalanlanmayan habere göre, “Belarus’taki siyasi tutuklulara yapılan atıflar, AB‘nin  Belarus’a yaptırımlarına destek ifadeleri ve NATO müttefiklerinin Belarus’la ilişkilerinin düzeyinin düşürülmesi” ifadeleri  taslak metinden çıkarıldı. İttifak dayanışmasının ve oydaşmanın bozulmaması amacıyla, Türkiye’nin taleplerinin kabul edildiği anlaşılıyor. Bu olayın da Türkiye’nin ‘demokrasi bloku’yla ilişkilerinin zeminini gevşettiğini ve dış politikamızın alanını daraltıcı etki yaratacağını düşünmek sanırım abartılı olmayacaktır. 

Komşularimizla ve ortaklarimizla ilişkilerimiz nasil seyrediyor? 

Eşzamanlı şekilde çevremize baktığımızda, komşularımızla ilişkilerimizin karmaşık niteliğinin sürdüğünü görebiliyoruz.  İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’yle ilişkilerimizin hangi yönde evrilebileceği belirsiz. Yıl sonunda seçimlerin yapılacağı Libya’yla ilişkilerimizin geleceği de öyle. Suriye’deki trajik yıkımın artık yönlendirme kapasitesini yitirdiğimiz sonuçları ve ürettiği olumsuz etkileri malum. Irak’la ve Yunanistan’la ilişkilerimiz dalgalı seyir izliyor. Ermenistan’la ilişkilerimiz normalleşmekten uzak duruyor. Kıbrıs meselesindeki tıkanma ortada.

“Mavi Vatan” ve deniz yetki alanları konularında 14 Haziran’da Biden’la yapılacak görüşmeden ve 24-25 Haziran’da düzenlenecek AB Zirvesi’nden sonra da bir açılım olabilecek gibi görünmüyor. Yakın işbirliği ortağımız Rusya, Ukrayna’ya İHA/SİHA satışlarımızı “toprak bütünlüğüne yakın tehdit” gördüğünü her fırsatta bize hatırlatmaktan kaçınmıyor. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov geçen hafta açık ifadelerle bunu yeniden vurguladı. Bu algı devam ederse, Rusya’nın geçmişte pek çok defa uyguladığı üzere turizm ve ticaret kısıtlamaları gibi ‘yumuşak’ yaptırımlara (*), ya da Suriye üzerinden ‘sert’ tedbirlere başvurarak Türkiye’yi rahatsız edebilecek araçları saklı tuttuğunu hatırlatmaya gerek yok. Rusya’yı hangi yollarla böylesi ‘önlemlere’ başvurmaktan caydırabileceğimiz üzerinde durulması gereken bir soru olabilir.

Diğer taraftan, Kudüs’teki olaylarla başlayarak, alevlenen Filistin meselesinin çözümüne etkimizin olmadığını henüz sadece iki hafta önce yeniden deneyimlendik. Bu örnekleri, Çin’le ilişkilerimizin geçirdiği açıklanması zor evrelerle çoğaltmak mümkün: Uygur meselesindeki kayıtsızlığımıza karşılık, pandemi yönetiminde Çin’den aşı tedarikine bağladığımız umutların boş çıktığını görüyoruz. Üstelik, satın almaya çalıştığımız Çin ve Rusya menşeli aşıların (**) AB, ABD ve Suudi Arabistan (***) tarafından etkili ve geçerli sayılmamalarına, seyahat imkanını kısıtlamalarına rağmen. Bu genel manzara, üzerinde yürüdüğümüz dış politika zemininin giderek kayganlaştığını hatırlatmakla kalmıyor, bir süredir etki alanımızın sınırlarına vardığımızı da düşündürüyor. 

İşler daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal almadan belki dış politikada ‘zemin kontrolü’ ve ‘uygulamanın sınırları’ üzerinde düşünmenin zamanı gelmiş olabilir…

————————

(*) Bu satırların yazıldığı sırada, Rusya makamları tarafından 31 Mayıs akşamı yapılan açıklamada, daha önce 15 Nisan – 31 Mayıs tarihleri arasında koronavirüs gerekçesiyle Türkiye’yle karşılıklı uçuşlarda uygulanan kısıtlamanın 1 Temmuz 2020 tarihine kadar 1 ay süreyle uzatıldığı bildirildi. Aynı gün, Türkiye’den yapılan yıllık domates ithalatının kotası 200 bin tondan 250 bin tona çıkarıldı. 

(**) Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Çin tarafından üretilen ve Türkiye’de son altı aydır en yaygın şekilde kullanılan Kovid-19 aşısı olan Sinovac’a  “acil kullanım onayı”nı ancak 1 Haziran 2021 tarihinde verdi. Bu aşının kullanılması için gereken onay Batı ülkelerinin sağlık makamları tarafından henüz verilmiş değil. Diğer yandan, Rusya menşeli olup Türkiye’ye ithal ve ortak üretim girişiminde bulunduğumuz Sputnik V. aşısına bu aşamada ne DSÖ, ne Batı ülkeleri kullanım onayı verdiler. 

(***) Suudi Arabistan makamları geçen hafta, 2021 yılı hac ziyaretleri için yapılacak başvurularda Batı ülkeleri tarafından uygulanan aşıların yaptırılmasını zorunluluk olarak açıkladılar. 

This Post Has One Comment

  1. Namık Tan

    Yine, kolay okunan, doğru, net ve berrak yorumların yer aldığı bir değerlendirme yapmışsınız. Kaleminize, aklınıza ve yüreğinize sağlık.

Bir yanıt yazın