Geçenlerde okuduğum bir metinde “patika bağımlılığı” tanımına rastladım. Patika bağımlılığı, “artan getiriler/maliyetler” kuramıyla birlikte istatistik ve iktisat bilimlerinde kullanılıyor. Ancak bu kuram son zamanlarda uluslararası ilişkiler ve dış politika araştırmalarına da uyarlanmış; dünyada ekonomik, toplumsal ve siyasi gelişmeleri açıklamak amacıyla da yaygın şekilde kullanılıyor.
Konumuzu ilgilendiren boyutuyla “patika bağımlılığı”, maliyet yaratmasına rağmen yanlış kararlarda ısrarlı davranmayı anlatıyor. Kavram, sağlanacağı varsayılan yarar ve kazanımlar için dış politikanın belirli bir yöne sevk edilmesinin ardından, bir süre için ölçülebilir somut faydaların elde edilmesini, ancak doğal sınırlarına ulaştığında getirilerin maliyetlerle yer değiştirmesini; buna karşılık politika patikasının, değişimin daha fazla maliyetli olacağı kaygısıyla, terk edilemeyişini, adeta içine girilen yolun bir süre sonra bağımlılık halini almasını açıklıyor. Yani, sıkışmışlığın yarattığı bir bağımlılık halinden bahsediyoruz. Büyük çıkarlar sağlanacağı umularak çıkılan bir yoldan, göz göre göre tırmanan maliyetlere rağmen bir türlü dönülememesinin yarattığı çıkmaza işaret ediyoruz.
Bu durumu inişli-çıkışlı bir grafiği düşünerek de açıklayabiliriz. Bu örnekte, istikrarlı bir çizgiden, yumuşak dönüşlerden uzak, sert iniş-çıkışlarla seyreden sarsıntılı bir yolculuktan bahsediyoruz. Üzerinde çokça düşünülen, kafa yorulan soruysa şu: artan maliyetler, sağlanan getirileri aşarak, yüksek boyutlara vardığında patika terk edilemez mi? Yeni bir patikaya geçilemez mi? Elbette bu mümkün. Fakat, bu karar pratikte politika yapıcıların kararlılık ve cesaretle davranmalarını gerektiriyor. Zira, maliyet artışına karşılık, patika değişiminin daha yüksek maliyetli olacağı kaygısı bunu önlüyor.
Başka bir örnekte, çatısı akan, ısınamadığınız evinizi kış ortasında terk ederek, daha iyi bir eve geçme seçeneğini değerlendirdiğinizi düşünelim: taşınmanın zahmetine eklenecek yüksek taşınma maliyetleri, yeni evin yol açabileceği ilave sorunlar gibi gerekçeler üreterek, pekala bu düşünceden vaz geçebilir, üşümeye ve ıslanmaya alıştığınız evin aslında pek sıcak ve huzur verici bir yuva olduğunu değerlendirerek kendinizi avutmaya devam edebilirsiniz. Ya da, yatırımlarınızı tüm emareleriyle hızla çökmeye yaklaşan bir borsada, piyasaların toparlanacağı umuduyla, tutmaya devam ederek, kendinizi iflasın eşiğine getirebilirsiniz. Sıkça karşılaşılan bu senaryolar, “patika bağımlılığı”nın tipik örnekleri olarak politika yapan ve uygulayan kişilerin, sonuçlarını bilerek ve görerek mantık dışı kararlarda umutsuzca ısrar etmelerininin nedenlerini anlatıyor.
Dış politikamızın “patika bağımlılığı”
Türk dış politikasının son yıllarda girdiği sert dönemeçlerde karşılaştığı savrulmalar ve aldığı hasarlar “patika bağımlılığı”nın örnekleri olarak önümüzde duruyor. “Değerli yalnızlığımız”ın çok geçmeden “tehlikeli yalnızlığa” dönüşmesi bu tespiti doğruluyor. Bugünlerde yaşadığımız üç somut gelişme üzerinden dış politikamızın içinde bulunduğu “patika bağımlılığı” durumuna bakalım:
* Sert iniş-çıkışlarla seyreden ABD’yle ilişkilerimizin patikasında karşılaştığımız düş kırıklıklarının ürettiği öfkeyi açığa vurmakta sakınca görmüyoruz. O kadar ki, ABD Başkanı’yla bu ay sonunda Roma’da ya da gelecek ay Glasgow’da gerçekleşmesi umulan görüşme öncesinde, Biden ABD Kongresi’ne gönderdiği mektupta “Suriye’de Türkiye’yi ABD çıkarlarına karşı tehdit oluşturduğunu” açıkladığında, hızla cevap yetiştirip ABD’ye “terörist devlet” nitelemesiyle cevap veriyoruz. ABD Başkanı tarafından “ulusal güvenliğe tehdit” olarak itham edilen bir başka NATO üyesi olmadığını, ABD’yi terörist olarak niteleyen tek NATO ülkesinin Türkiye olduğunu sessizce geçiştirmenin sağladığı kolaylıkları tercih ediyoruz.
Bunlar olurken, aynı esnada maliyeti 15 milyar dolara varacağı hesaplanan 40 yeni F-16 savaş uçağı ve 80 F-16 uçağını yenileyecek bir büyük alım paketi için ABD’ne resmen başvuruda bulunabiliyoruz. Üstelik bu talebi, ödediğimiz bedeli iade edilmeyen F-35 uçakları projesinden çıkarıldığımız ortada durduğu sırada yapıyoruz. Bu kadar çok sayıda derin çelişkiyi yaşamamız sadece kafa karışıklığına yorulabilir mi?
Gerçekte, dış politikada izlediğimiz birbirinden farklı patikaların yarattığı bağımlılık o denli büyük ki, aynı anda çeşitli alanlarda seçeneklerimizin azalması, manevra alanımızın daralması, derinleşen yalnızlık hissi artık ne yazık ki çaresizlikten başka bir şey üretmiyor olabilir.
* Yunanistan ile Fransa arasında 28 Eylül’de Paris’te imzalanan, savunma, silahlanma ve dış politika alanlarında işbirliği yapılmasını öngören bir anlaşma, Yunan parlamentosunda onaylandı. Yunan Hükümeti, anlaşmanın “üçüncü tarafların (Türkiye) saldırısına uğrama ihtimaline karşı Yunanistan’a dayanışma ve korunma imkânı verdiğini” açıkladı. İki NATO müttefikinin (Yunanistan ve Fransa) bir başka NATO ülkesini (Türkiye) ortak tehdit ilan ederek, müşterek savunma anlaşması imzalamaları NATO kurulduğundan bu yana geçen yetmiş yılı aşkın süre zarfında ilk defa Türkiye sayesinde gerçekleşti. Resmi makamlarımız tarafından yapılan açıklamalarda bu kritik noktayı göz ardı etmeyi tercih ettik; “silahlanma sevdasıyla Yunanistan ekonomisinin kötüye götürüldüğü” ifadesiyle yetindik. Doğu Akdeniz, Yunanistan, Kıbrıs, Fransa ve AB konularında izlediğimiz askeri gövde gösterisine dayalı “patika bağımlılığı”nın, muhataplarımız tarafından aynı yöntemler kullanılarak karşı meydan okumayla cevaplandığını, olumlu üretkenlikten politika arayışlarının sonuçlarının bundan başka bir şey olamayacağını görmek istemesek de, apaçık önümüzde duruyor.
* Rusya’yla yorumlanması giderek zorlaşan şekerrenk ilişkilerimizden çıkış yolu bulamamamız bir başka çarpıcı “patika bağımlılığı” örneği. Başlarda Suriye sahasında müşterek kararlar aldığımız Rusya, artık kuzeybatı Suriye’yi terk etmemizin zamanının geldiğini doğrudan, ya da zaman zaman Suriye yönetimi üzerinden seslendiriyor. Bunu yaparken, kuzeybatı Suriye’de yaşamaya zorlanan milyonlarca Suriyeli ile silahlı cihatçı gruplara da gidecekleri tek istikamet olarak Türkiye’yi gösteriyor. Üstelik bunları, kullanamadığımız ve ABD yaptırımlarını tetikleyen milyarlarca dolarlık silah sistemlerini satın aldığımız, nükleer enerjide cazip kazanç imkanlarıyla tekelleşme imkanı sağladığımız, İdlib’de sürekli şehit verdiğimiz bir ortamda yapabiliyor. Bu örnekleri de kolayca çoğaltabiliriz. Ancak, soru yine değişmiyor: Başlangıçta “artan getirileriyle” iştah kabartan Rusya’yla ilişkilerimizin “artan maliyetler” boyutunu nereye kadar gözardı edebileceğiz? “Bağımlılık patikası”ndan çıkamazsak, örneğin kuzeybatı Suriye’den Türkiye’ye doğru sürülebilecek milyonların göçünü nasıl durdurabileceğiz?
“Patika bağımlılığı”ndan çıkış…
Bu örnekleri Orta Doğu ülkeleriyle, AB’yle diğer komşularımızla yaşanan tıkanıklarla çoğaltmak mümkün. Fakat, sağlamasını türlü şekilde yapabileceğimiz bu hesabın sonucu kendini yeniden ve defalarca üretiyor. O halde, birbirinden farklı görünse de, aslında örtüşen ve içiçe geçen bu patikaların yarattığı bağımlılıktan çıkmanın yollarını aramak daha isabetli olabilir.
Bu işe girişmeden önce, dış politikamızın yöneldiği kulvarlarda ortaya çıkan tıkanmayı, oluşan tehlikeli yalnızlık durumunu cesaretle ve içtenlikle tespit etmemiz sanırım ön şart olarak önümüzde duruyor. Ancak bu tespiti yaptıktan sonra düşünmeye ve anlamlı olabilecek üretken bir tartışmaya girişebiliriz. Buna hazır olduğumuzu düşünmüyorsak, korkarım, giderek artan yükü ve maliyetleriyle, dış politikada “patika bağımlılığı”mız kronik bir hal alarak sürebilir.
Değerli Naci Bey patika bağımlılığı tanımınızı çok beğendim gerçekten şu veya bu gerekçelerle ülkemizin çıkarları yerine şahsi değerlendirmelerimizi ileri sürmek Ve buna göre politika öğretmek bizi sıkıntıya sokmaktadır ancak şunu da hesaba katmak da fayda var acaba biz onların isteğine göre davransak problemimiz biter mi? Bana göre bugünün problemi savunma sanayinde geldiğimiz yeni konumumuzun,bizi farklı davranışlar içine sokmaktadır. Rakiplerimizi de Ürkütmekte ve geçmişlerini onlara hatırlatmaktadır. Buda ülkemize dönük tehdit ve algıları çoğaltmakta ve bizi yalnızlığa itmektedir. Unutmayalım ki etrafımızdaki devletlerin tamamı İran hariç 100 sene önce bizim vatan topraklarımızdı.Bu kompleksi bilerek ve ülkemizin çıkarlarını ön planda tutarak ve savunma sanayinde geldiğimiz yeri abartmadan yeni konumumuzu uygun politikalar inşa etmeliyiz.
Naci bey yazınızı bu manada çok beğendim teşekkür ederim.
Türkçede patikaya keçiyolu derler. Bu isim belki keçinin şartların değişmesiyle daha da kolay ve olabilecek başka yol aramamakta ısrarı ve aynı yolda inat eden tutumuyla ilgilidir.
Bu Osmanlı’nın yeni şartlara uymayı reddeden “kadimden beri” diyerek ısrarla uyguladığı karların ve fiyatların oranlarını sabitleyen tedarik siyasetinde ısrarının ekonomik olarak geride kalmamıza sebep olması ile irtibatlıdır.
Biz NATO’da “civitas sine suffragio”yuz. Nato’dan çıkalım demiyorum. Ama bu gerçeği bilelim.
ABD’nin de Rusya’nın da çakma ortağıyız.
1923’den beri elde ettiğimiz itibar şimdi sıfırlanmak üzere.
Bir yandan küfredip bir yandan yalvarmanın hiç bir işe yaramayacağını hala anlamadık. Müesseseleri yok edince aklı da yok ettiğimizin farkına varamadık.
Örnek: En güvenilir ve en dahi dış politika uzmanımız 36 yaşında Ak Parti gençlik kolu başkanı olmasından başka vasfını hala keşfedemediğim Dışişleri Bakan Yardımcısı.
Bugünkü yazın durumu çok iyi değerlendiriyor.
Eğer Dışişleri sağ olsaydı bir Üçüncü Katip bu minik dahilere, F 35’lerin reddinden sonra ömrü dolan F 16’ların tadilatını hemen isteyelim, adamların damarına basmadan eski sözleşmeyi öne sürüp bunu sağlayalım, hava kuvvetlerimiz mefluç inatlaşma olursa biz kaybederiz, Akdeniz işi için yerel sahiplenmeyi sağlayalım vb.derdi.
Ancak bu tavsiyeler, bilmeye gerek görmeden kendine güvenen bir yönetime ulaşır mıydı???
2007’e kadar şahlanan, 2011’e kadar Bölge dışı devletlerin dışarıda tutulmasınının sayesinde söz sahibi olduğumuz bölgesel politika kime ne zarar verdi de biz aklımızı yitirdik?
Birisi bizim ne kazandığımızı söylesin, ben de anlayayım.
Bertrand Russell “muhafazakârlık hüner gerektirmez” diyor.
Patika bağımlılığı terimini ilk kez duydum. Dediğiniz gibi dış politikada geldiğimiz nokta aynen belirttiğiniz gibi maalesef. Artık bundan dönüş de zor.
Biraz önce dışişleri bakanı yaptığı açıklamada “Rusya ve ABD sözünde durmadı; Suriye’de kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” demiş. Eğer yeni bir harekata girersek şehit haberleri hepimizi üzer. İşin kötüsü, bizi destekleyen tek bir ülke de olmayacak. Tamamen yalnız kalacağız. İçeride de baskı artacak. Ülkemize yazık olacak.