You are currently viewing Dış politikada son zamanlarda yaşanan gelişmeler nasıl okunmalı?

Dış politikada son zamanlarda yaşanan gelişmeler nasıl okunmalı?

Geçen haftaki yazımda, dış politikada “patika bağımlılığı” kavramı üzerinde durmuş ve içine girdiğimiz tıkanıklıklara ve riskleri giderek artan tehlikeli yalnızlığa dikkat çekmiştim. Patika bağımlılığı kavramı oldukça ilgi çekti; bazı dostlar bu kavramı ilk kez benden duyduklarını belirttiler. Oysa bu kavram bir süredir bu konularda zihin yoran konu uzmanları tarafından kullanılıyor. Bizim son yıllarda izlediğimiz dış politika bu kalıbın içine girmeseydi sanırım uzun bir düre daha çoğumuzun bu kavramla tanışmasına gerek kalmayacaktı.

Bu hafta da, dış politikadaki seçimlerimize bağlı olarak kronikleşen “patika bağımlığı”nın yüzleşmeye başladığımız somut sonuçlarını, batımızda Yunanistan-ABD hattında ve doğumuzda Suriye-Rusya ekseninde meydana gelen gelişmeler çerçevesinde değerlendirmeye çalışacağım. 

Yunanistan ve ABD’nin ortak çıkışı

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikolas Dendias geçen hafta içinde ABD’ye ikili ziyarette bulundu. Ziyaret sırasında, Vaşington’da bulunan İsrail ve BAE Dışişleri Bakanlarıyla da görüştü. Bu görüşmelere dikkat çekerek, devam ederim.

Dendias’ın ziyareti vesilesiyle, Yunanistan ile ABD arasında mevcut Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması’nın (OSİA) süresiz şekilde uzatılmasına ilişkin tadilat anlaşması imzalandı. ABD karşıtlığıyla bilinen Yunanistan gibi bir ülkede hükümete seçim kaybettirebilecek etkiler yaratabilecek bu cesur adımın arkasında yatan nedenler Türkiye’yle doğrudan ilgili. Hatırlarsınız, geçen ay (28 Eylül) Yunanistan ile Fransa arasında Paris’te imzalanan, savunma, silahlanma ve dış politika alanlarında işbirliği yapılmasını öngören benzer bir başka anlaşma Yunan parlamentosunda onaylanmıştı.

ABD ile Yunanistan arasında bu defa imzalanan anlaşmayla ilgili törende, ABD ve Yunanistan Dışişleri Bakanları yaptıkları açıklamalarda, Türkiye’ye atıfta bulunmadan, “Yunanistan’ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne dışarıdan yönelecek tehditlere karşı dayanışma ve işbirliği içinde olacaklarını” vurguladılar. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’e gönderdiği aynı tarihli bir mektupla, ABD’nin Yunanistan’a verdiği güvenlik taahhütlerini, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de deniz alanlarındaki egemenliğine güçlü bir vurgu yaparak, yazılı şekilde yineledi. 

Yunanistan-ABD arasında süresiz yenilenen OSİA’nın imza töreninde yapılan açıklamaları izleyebileceğiniz videonun bağlantısını buraya bırakayım.

OSİA, Yunanistan’ın —özellikle Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarında— egemenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik “tehditleri bertaraf ederken”, bir yandan da ABD’nin Yunanistan’da kara, deniz ve hava sahalarında üs imkanlarını genişleterek, askeri kuvvet konuşlandırmasına esnek şartlarda kolaylık sağlıyor. Başka deyişle, Yunanistan ile ABD arasındaki ilişkileri —Yunanistan’ın 1952’de NATO’ya katılımından bu yana— görülen en üst düzeye taşıyor. Bu da üzerinde önemle durulması gereken bir gelişme. 

Batımızda meydana gelen bu gelişmeleri topluca okuduğumuzda ülkemiz için ortaya çıkan manzarayı şöyle özetleyebiliriz.

* Yunanistan, bir aydan kısa süre içinde NATO’nun Avrupa kanadında Fransa, Atlantik kanadında ABD gibi iki güçlü müttefikle Türkiye’ye karşı güvenlik garantileri içeren birbirine benzer nitelikte iki ayrı anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaların şemsiyesi altında, Doğu Akdeniz’de ve Ege’de egemenlik haklarımız söz konusu olduğunda bizimle artık üst perdeden konuşan bir komşuyla karşı karşıya olacağız. Yakın geçmişte Atina’da basın önünde tekrarlamaya özen gösterdiğimiz kucaklaşma sahnelerine Yunanistan’ın artık ilgi göstermeyecek özgüvene kavuştuğunu bu tespite ekleyebiliriz. 

* Türkiye’nin batısında ortaya çıkan bu yeni denklemin dış politikamızı dar alana sıkıştıran, zorlayıcı etkileri olacaktır. Nitekim, Dendias, Vaşington’daki basın toplantısında deniz yetki ve egemenlik alanları konusunda diğer ülkelerle yaptıkları düzenlemelerden ayrıntısıyla bahsetmeye özen gösterdi. Bunu yaparken, “barış ve müzakere taraftarı olan Yunanistan’ın, almış olduğu olduğu güvenlik garantileriyle, egemenlik haklarından asla vazgeçmeyeceğini” vurgulamaya dikkat etti.

* Basın toplantısında, Blinken, “ABD’nin ilham aldığı Yunanistan demokrasisinin bölge ülkelerine örnek oluşturduğu”ndan övgüyle bahsederek, “Yunanistan’ın (Osmanlı İmparatorluğu’ndan) bağımsızlığının 200. yıldönümünü kutlarken, dış basına yansıyan haberlerde, Yunanistan’ın ABD’den 18 ilâ 24 adet F-35 savaş uçağı satın almak için 6 Kasım 2020’de yaptığı başvurunun, OSİA’nın süresiz uzatımının ardından, olumlu karşılanmasının beklendiğine dair haber-yorumlar yayınlandı. 

* Libya’da 24 Aralık’ta yapılacak parlamento ve devlet başkanlığı seçimlerinden sonra ortaya çıkacak muhtemel olumsuz şartlarda, Türkiye’nin Libya’yla imzaladığı deniz yetki alanları “mutabakat muhtırası” iptal edildiği takdirde, Doğu Akdeniz’de iyice daralacak bir alana sıkışacağımız anlaşılıyor. Yunanistan’ın ardarda yaptığı hamlelerle bu yöndeki gelişmeleri kolaylaştırmaya çalıştığı görülüyor. 

Sözü uzatmadan, durumu açıklığa kavuşturalım: Ardı ardına yaşadığımız bu gelişmeler rastlantı eseri değil. Türkiye’nin dış politikasının mevcut uluslararası dengeleri değiştirmeye yönelik çıkışları, karşı tepkileri harekete geçiriyor; batı yönünde önümüzü kapatacak, bir “güvenlik ikilemi” yaratmışa benziyor. Aleyhimize gelişen yeni güvenlik mimarisini bırakın değiştirmeyi, dengeleyici yönde politikalar üretme imkanından bile giderek mahrum kaldığımız açık. Siyasi söylem değerinin ötesinde, altını doldurmakta güçlük çektiğimiz “Mavi Vatan” doktrininin kullanım ömrü de dolmuşa benziyor. Bu konuyu etraflıca tartışma zamanının geldiğini düşünüyorum.

Suriye-Rusya ekseninde yaşananlar

Kuzeybatı Suriye’de, Rusya’nın denetimindeki Tel Rıfat bölgesinden geçen hafta Türkiye’ye yönelen roket saldırılarıyla güvenlik kuvvetlerimiz yine şehit verdi. Hükümet açıklamalarında, “tahammül edilmez hal alan bu saldırıları durdurmak için her türlü seçeceğin masada ve yeni bir askeri harekâtın gündemde olduğu”nu belirten beyanlar yapıldı. Bu beyanlar, içimizi rahatlatmaya yetecek mi? Yoksa meseleye daha yakından ve derinden, tüm boyutlarını hesaba katarak bakmalı mıyız? Başka deyişle, doğumuzda meydana gelebilecek gelişmeleri nasıl okumalıyız? 

* ABD’nin Türkiye tarafından Suriye’de yeni bir askeri harekâta girişilmesine karşı olduğunu biliyoruz. Ayrıca, Tel Rıfat, Rusya’nın denetim alanındaki bir bölge. Dolayısıyla, bir askeri harekâta yönelmemiz halinde, müzakere edeceğimiz taraf ABD olmayacak. Ancak, harekâta ilişkin ABD’nin desteğinin alınmasına çalışılacaktır. 

* Muhtemel bir askeri harekâta Rusya’nın rıza göstermesi gerekecektir. Dolayısıyla “her türlü seçenek” Rusya’yla görüşülecektir. Dar bir alana yönelik olsa da, Rusya’nın taviz almadan yeni bir askeri harekâtı desteklemeyeceğini Rus makamlarının açıklamalarından biliyoruz. O halde, devlet başkanları düzeyinde geçen ay Soçi’de konuşulmuş olması muhtemel hangi tavizleri Rusya’ya vereceğimizi tartışmak anlamlı olabilir. Bu tavizlerin başında, Rusya-Suriye ikilisinin her fırsatta talep ettiği İdlib sahasındaki, sayısı 4 milyona varan sığınmacıyı ve bölgedeki onbinlerce silahlı cihatçıyı Türkiye’ye doğru itecek “alan daraltması” gelebilir. Türkiye’nin kuzeybatı Suriye’de, İdlib haricinde kontrol ettiği alanların derinliği Suriye sınırından içeriye doğru 20 ilâ 25 kilometrelik bir derinlikle sınırlı. O halde, İdlib’deki daha geniş ve derin cebin küçültülmesine karşılık Tel Rıfat’ta bir alan açılması müzakere edilebilir görünüyor. 

* Bu ihtimal gerçekleşirse, Türkiye-Suriye hudut hattı boyunca, Suriye toprakları içindeki dar bir koridora milyonlarca kişilik Suriyeli nüfusun yerleştirilmesi durumu ortaya çıkacaktır. Suriye hava sahasının bu bölgede Rusya’nın denetiminde olduğunu biliyoruz. Hava koruması olmadan, taciz ve saldırılara açık kalacak bu dar koridorun daha ne kadar süreyle elde tutulabileceğini kestirmek kolay görünmüyor. Üstelik bu senaryonun sürdürülebilir olması, tüm tahrik ve zorlamalara rağmen Rusya’yla ilişkilerimizin bozulmadan korunmasına bağlı kalacak. 

Bu durumu da açıklığa kavuşturmakta yarar olacağı kanaatindeyim: Doğumuzdaki gelişmeler bir boşlukta ortaya çıkmıyor. Batıda içine düştüğümüz zafiyetler bölge güçleri tarafından yakından, dikkatle takip ediliyor, fırsat oluştuğunda başka bölgelerde Türkiye’yi zora sokacak dinamikler harekete geçiriliyor. Batı’yı Doğu’dan ayırarak okumaya çalışmak bizi yanlış sonuçlara götürebilir. Bu iki kuvvet merkezi bir denge çubuğunun iki ucuna yerleşmiş durumda. Bu gerçeği gözardı edersek, telafisi güç sonuçlar üretebilecek vahim hatalar yapabiliriz. 

Doğu ve batı yönlü eş zamanlı gelişmeler bize ne anlatıyor?

Bakış açımızı genişleterek, bu eş zamanlı geliştirmelerin anlamını artık görmemiz gerekiyor: Türkiye’nin son zamanlarda savrulmalar yaşadığı dış politikası, dayandığı dengeler sarsılan savunma ve güvenlik mimarisi, batıda ve doğuda eş zamanlı bir tıkanma içine girdi; ortaya çıkan sonuçlar büyük riskler içeren tehlikeli bir “güvenlik ikilemi” üretti. Üstelik, üstümüze çektiğimiz basınç artarken, kendimizi içine sıkıştırdığımız alan da iyice daralmaya aday gibi görünüyor. Zira, ABD ile Rusya arasında manevra yapmaya çalışırken, artık içine girdiğimiz koridor hangi yöne dönsek birine ya da diğerine çarpacak kadar sıkışık hale geldi. Bu koridordan çıkamadığımız gibi, içinde dolaşmakta da güçlük çekiyoruz. Kendimizi içine sürüklediğimiz gerçek ve büyük riskleri gecikmeden görmemiz gerekiyor. 

Geçmiş deneyimlerimizin kazandırdığı yeterince açık dersi yeniden hatırlayalım: Türkiye için en büyük ve önemli tehlike, batıda ve doğuda eşzamanlı güvenlik riskleri ortaya çıkarsa, bunlarla aynı anda başetme mecburiyetinden kaynaklanır.O halde, bu yönde bir riski ortadan kaldırmak esastır. Çift cepheli coğrafyalarda yaşamaya mahkum ülkelerin kaçınamayacakları jeopolitik gerçek budur. 

Son olarak,  üzerinde pek konuşulmayan bir gelişmeyi  vurgulamak isterim: AB Komisyonu kısa süre önce aldığı bürokratik bir kararla, Türkiye’yi Avrupa bölgesinden çıkararak Akdeniz ve Orta Doğu bölgesi alanına yerleştirdi. Son yıllarda uygulayageldiğimiz dış politika tercihlerimizin bizi getirdiği noktayı AB Komisyonu’nun da gördüğü ve buna uygun tepki verdiği anlaşılıyor.

This Post Has 2 Comments

  1. Yasemin Pekdüz

    Yazınızın en can alıcı bölümü son paragrafı. Artık Avrupalılar da bizi farklı bir kategoride görmeye başlamışlar anlaşılan. Böyle olunca rahatlıyorlar, “bu Türkler bizden tam üyelik de isteyemezler artık” diyorlar.

  2. Remzi Sarılı

    Siz dış politika gelişmelerini böyle okuyorsunuz ama yöneticilerimiz yine bildikleri gibi devam ediyorlar. Eskiden insanlarımız ne der diye bir kaygı duyulurdu, şimdi öyle bir kaygı da yok. Reisimiz ne derse o oluyor. Ne derler; bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete…

Bir yanıt yazın