Son günlerde medyamızda “gri pasaport skandalı” başlığıyla yer alan haberler sizin de dikkatinizi çekmiştir. Önce Malatya’nın Yeşilyurt ilçesinden 43 kişiyle sınırlı gibi görünen bu olayın arkasında aslında organize bir yapılanma olduğu anlaşıldı. Nitekim daha sonra Malatya’yı Tokat, Van, Elazığ ve Bursa izledi. Yüzlerce, hatta binden fazla kişinin, görev gereği kamu çalışanlarına verilen “hizmet pasaportu” alarak Avrupa ülkelerine gittikleri ve sonra bu kişilerden haber alınamadığı, gidenlerin büyük bir bölümünün de geri dönmedikleri ortaya çıktı. Yani bir grup vatandaşımızın, ülkemizde kendilerine bir gelecek görmedikleri için olsa gerek, Avrupa ülkelerine vizesiz seyahat imkânı tanıyan bu resmi pasaportları bir şekilde temin ederek “tası tarağı toplayıp” yeni ufuklara yelken açtıkları anlaşıldı.
Bu konunun kuşkusuz farklı yönleri var. Bir kere, resmi görevler için verilen hizmet pasaportlarının nasıl devlet görevlisi olmayan kişilerin eline geçtiğinin ortaya çıkarılması gerekiyor. Yalnız bir yerde karşılaşılmış olsa neyse, ama bu kadar çok ilimizde bu olayın yaşanmış olması bu olayların ardında farklı tuzakların bulunabileceğini akla getiriyor. Pasaport verme makamı olan İçişleri Bakanlığı’nın son ana kadar bunun farkına varmamış olması da araştırılması gereken ayrı bir husus. Bu kadar fazla sayıda vatandaşımızı ilgilendiren bir insan kaçakçılığı olayı nasıl olmuş da devletimizin gözünden kaçmış olabilir?
Kaçanların ifadeleri
Bu yolla Almanya’ya gidip daha sonra dönmeyen iki kişinin ifadelerine yer verilen basın haberine göre, kendisinin 6 bin Avro verdiğini anlatan bir genç, “Otobüsle 2020 yılının ilk aylarında Bingöl’den yola çıktık. Bizimle birlikte bizi götüren kişiler de vardı. Bize çıkarılan gri pasaportları dağıttılar. Yolculuğumuz otobüsle Bingöl’den Erzurum’a, oradan da İstanbul’a devam etti. Türkiye’den çıkışımız toplam bir hafta sürdü. Bu süre zarfında hiçbir sorun yaşamadık” demiş. Bir başka genç ise, gri pasaportla yurtdışı macerasını şöyle anlatmış: “Bize HES kodları alınmıştı. Covid testlerini ise 500 liraya yaptırdık. Çıkış için tüm belgelerimiz hazırdı. Türkiye’den çıkarken sınırda bir polis çok soru sordu bana. Nereye gidiyorsunuz, neden gidiyorsunuz gibi. Tabii bize ne söyleyeceğimiz ezberletilmişti. ‘Almanya’ya Çevreye Duyarlı Bireyler Yetiştirmek Projesi kapsamında gidiyoruz. 10 gün eğitim göreceğiz. Gideceğimiz şirket Mega Kilit. Sahibi Ersin Kilit…’ gibi cevaplar verdim.”
Mülakat vermeyi kabul eden genç, “Almanya’ya girdikten sonra, resmi pasaportların organizatörler tarafından kendilerinden toplandığını”, dolayısıyla “pasaportsuz durumda çok sayıda kişinin iltica başvurusunda bulunamadıklarını; bunun sonucunda Almanya’daki akrabalarının yardımıyla kaçak işçi durumunda yaşamaya başladıklarını” sözlerine ekliyor. Bu kaçak göçü düzenleyenler, resmi pasaportların toplanmaması halinde Alman makamlarının dikkatini çekecek ölçüde kabarık bir sayının ortaya çıkacağını hesaba katmış olmalılar. Buna karşılık, bu kadar çok sayıda kişinin ‘ortadan kaybolmasının’ Türkiye’de er ya da geç dikkat çekeceğini hesaplamadıkları anlaşılıyor.
Geçmişte de siyasi baskıdan kaçanlar olmuştu
İlk duyduğumda bu serüven bana Ege denizinden botlarla Yunan adalarına gidişleri hatırlattı. Ege’den Avrupa’ya geçenler, başta Suriyeliler olmak üzere, daha çok ülkelerindeki baskıdan veya yoksulluktan kaçan yakın coğrafyamızdaki yabancılar oluyordu. O dönemde bu tür tehlikeli maceralara girişenler arasında Türk vatandaşlarının olduğunu hiç duymamıştık. Şimdi bunu da yaşamış olduk.
12 Eylül askeri darbesi sonrasında, 1985-1988 yılları arası Avusturya’nın Bregenz şehrinde konsolos olarak görev yaptım. O yıllarda zamanımızın önemli bir bölümü darbe yönetiminden kaçan vatandaşlarımızın başvurularıyla ilgilenmekle geçiyordu. Daha çok ideolojik nedenlerle haklarında soruşturma açılanlar, pasaportlu veya pasaportsuz ülkemizden kaçıyor, daha sonra Batı ülkelerinden iltica talebinde bulunuyorlardı. Başvurularında bu gibi kişilerin resmi belgelerine el koyuyor, durumu Bakanlığımıza bildiriyorduk. Bu durumdaki kişilerin bir bölümü bu dönemde Türk vatandaşlığından çıkarıldılar. İltica taleplerinin artması sonrasında Avrupa ülkeleri bu durumu gerekçe göstererek vize uygulamalarını daha da zorlaştırdı, normal yollardan bu ülkelere seyahat etmek gerçek bir ıstıraba dönüştü.
Özal ve Ak Parti dönemlerinde yönetime güven oluşuyordu
Özal’ın iktidara gelmesiyle ülkemizde liberalleşme ve bireysel özgürlüklerin yeniden tesis edilmesi yönünde önemli kazanımlar sağlandı. 12 Eylül’ün baskıcı atmosferi yıllar içinde yerini insanı önceleyen yeni bir yaklaşıma bıraktı. Bunun sonucunda baskıdan kaçanların bir bölümü pasaportlarına yeniden kavuştular; kaçanların çoğu kalıcı olarak dönmese bile Türkiye’ye girip-çıkmaya başladılar. Cem Karaca ve Zülfü Livaneli gibi bazı isimler de tekrar ülkelerinin yolunu tuttular.
Daha önce de yazmıştım; 12 Eylül sonrasındaki zorunlu göç yanında bir de genç beyinlerin kendilerine ülkemizde gelecek görmedikleri için dünyanın gelişmiş ülkelerine gidişlerine tanık olduk. Beyin göçü sonucunda, Türkiye’nin geleceğine büyük katkılar sağlayabilecek nitelikli işgücümüz başka ülkelerin kalkınmasına katkı sağlamak üzere görevler aldılar. Aziz Sancar’lar, Uğur Şahin’ler, Özlem Türeci’ler işte bu dalgalarda ayrıldılar ülkelerinden. Beyin göçünün doğası gereği, ülkenizdeki ekonomik şartlar daha sonraki yıllarda gelişse de, bu gibi insanların bir daha ülkelerine dönmeleri maalesef mümkün olamıyor. Türk kimliklerini korusalar dahi, artık sığındıkları ülkelerin insanı oluyor; katkılarını bu ülkelere sunuyorlar. Türkiye, atalarının yaşadığı, yakınlarını ziyaret etmek üzere gelecekleri eski vatan haline dönüşüyor.
2000’li yıllarla birlikte ülkemiz Ak Parti yönetimiyle tanıştı. Siyasi ve ekonomik reformlar, bireysel özgürlükler, kalkınma hamleleri, başta komşularımız olmak üzere Türkiye için önem taşıyan ülkelerle yakın ilişkiler, uluslararası ilişkilerde sağlanan başarılar göğsümüzü kabartan kazanımlar oldu. Bu dönemde itibarımız arttı, pasaportumuz değerlendi. Biz de yurtdışında görev yapan Türk diplomatları olarak bir toplantıdan diğerine koşarak gururla ülkemizdeki gelişmeleri anlatıyorduk. O tarihlerde beyin göçüyle ilgili hiçbir haber hatırlamıyorum. Aksine, Şikago’da görev yaptığım 2002 – 2007 yılları arasında çok sayıda gencimizin bir an önce Amerika’dan ülkemize dönmek için can attığına şahit oldum. Bir çeşit “tersine beyin göçü” yaşadık. (Sözünü ettiğim Ak Parti dönemi mazide kaldı; bugünkü siyasi manzaranın o yıllarla yakından-uzaktan ilgisi yok maalesef).
Batı ülkeleri karşı önlem alırsa…
Avrupa Birliği ile göç mutabakatı görüşmeleri yaparken de Türk insanının artık geleceğini Türkiye’de gördüğünü söylüyor, vizesiz Avrupa’ya gidecek hiçbir kişinin oralarda kalmayacağını belirtiyorduk. Belki o tarihlerde bu söylemlerimiz doğruydu; ama gri pasaportla kaçış haberine baktığınızda artık durumun hiç de öyle olmadığını görüyorsunuz ne yazık ki. Bugün devlet görevlilerine verilen gri pasaportlardan alarak ülkemizi terk eden kişilerin, bu yol kapandıktan sonra farklı yöntem arayışlarına gireceklerinden endişe ediyorum. Kendileri ve ailelerine ülkelerinde ekmek kazanacakları bir ortam bulamadıklarında, vatandaşlarımız maalesef böyle yöntemlere başvurmayı akıllarına getiriyorlar demek ki.
Gri pasaportlarla Avrupa ülkelerine gidip oralardan sayfalar dolusu röportajlar verenlerin ifadeleri şimdi o ülkelerin basınında da yer almaya başladı. Bu durumun ülkemiz için ne kadar onur kırıcı olduğunu sanırım, söylemeye gerek yok. Bir de bu haberlerin ilgili ülkelerin İçişleri ve Dışişleri bakanlıkları tarafından yerel dillere çevrilip işleme konulduğundan da hiç şüpheniz olmasın. Yeşil pasaport uygulaması kapsamı genişletildiğinde Batılı ülkeler resmi pasaportlara uygulanan vize muafiyetini zaten yeniden gözden geçirmeye başlamışlardı. Umarım resmî pasaportla insan kaçakçılığı yapıldığı haberleri vize serbestisi sürecinde olumsuz bir etki yaratmaz.
Günlüğümden konuyla ilgili iki yazı
Boğaziçi’nde yaşananların faturası umarım karşımıza “Beyin Göçü” olarak çıkmaz
Neden hala Avrupa ülkelerine vizesiz gidemiyoruz? / Türkiye – AB Göçmen Mutabakatının Kısa Öyküsü
Güven sorunu bulunmakla birlikte, resmi verilere göre Şubat 2021 itibariyle ülkemde genel işsizlik oranı %13,4 ve 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı %26,9 olmuş iken, iş aramaktan umudunu yitirenler gençler hesaba katıldığında bu oran kim bilir nereye çıkar? Hal böyle iken çözüm; sınırlarda daha çok kontrol, pasaporta erişimi sınırlandırmak değil, istihdam imkanlarını artırıcı tedbirler alınması değil midir? Sınırlarda daha çok kontrol yapıldığında, insanların pasaporta erişimi sınırlandırıldığında dahi bu şartlar devam ettikçe bu durumdan istifade etmeye çalışan insanları sömüren suç şebekeleri başka yollar bularak yine benzer vakalara yol açacaktır.
Özellikle şu dönemde ülkemizi yurtdışında temsil etmek ne kadar zor olsa gerek. Detaylı bilgi için teşekkürler.
2008 yılı Ocak ayı başında DPT kontenjanından yüksek lisans eğitimi için gittiğim İngiltere’den dönerken Hususi (Yeşil) Pasaportum olmasına rağmen, tüm Avrupa ülkelerine Hususi Pasaport sahipleri vizesiz gidip gelebiliyorken, Susurluk ve Çatlı olayları nedeniyle Yunanistan Hususi Pasaportlar için vize uygulaması getirdiğinden karayolu ile gelme planımı icra edememiştim. Çünkü son anda bu durumu öğrenmiş ve Christmas ve Yeni Yıl tatilleri nedeniyle Yunanistan Konsolosluğu tatilde olduğundan vize alamamıştım ve İtalya’dan havayolu ile gelmek durumunda kalmıştım.
Herkes ülke dışına kaçma telaşında. Meriç nehrinden karşı tarafa geçip oradan Avrupa ülkelerine gidenleri duymuştum da, böyle bir yöntemin akla geleceğini hiç düşünmemiştim. Ellerini kollarını sallayıp Almanya’ya gitmişler. Pek çok insanın kulağına kar suyu kaçıracak bu haberler. Bundan sonra da sık duyarız benzer maceraları. Kaçan kaçana…
Bilmedigim bir konu idi.
Ulkem adına uzuldum.
Kapsamlı yazın icin tesekkurler