Bilgisayarla ilk kez 1984 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde tanıştım. Çiçeği burnunda bir hariciyeci olarak Cidde Büyükelçiliğimizin konsolosluk şubesinden sorumluydum. O yıllarda teknolojik gelişmeleri ülkemiz bir kaç sene gecikmeli izlerdi. Dolayısıyla yeni çıkan teknoloji ürünlerini elde etmenin en pratik yolu da bunları yurt dışından almaktı. İzmir’den bir okul arkadaşım Sinclair marka bir bilgisayar isteyince hemen Kral Abdülaziz üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışan bir dostumdan yardım talep ettim. Bir kaç gün sonra da bilgisayar elimdeydi.
Aslında bilgisayar dediğime bakmayın. Yaklaşık 10 santime 15 santim boyutlarındaki bu cihazı bugün anladığımız manada bilgisayar olarak tanımlamak oldukça zordur. Hiç unutmam, Sinclair’i almak için eşim ile birlikte bir akşam dostlarımızın Cidde’nin biraz dışındaki evlerine gittiğimizde, cihazı nasıl kullanacağımızı öğrenmiş, hemen sonrasında da çaylarımızın bitmesini bile beklemeden evimizin yolunu tutmuştuk. Bir an önce dönüp bu şirin aletle daha yakından tanışmayı arzu ediyordum.
Piyasada portatif bilgisayar olarak satışa sunulan bu küçük cihazlara program yüklenmesi müzik kasetleri benzeri kasetlerin bir kablo ile cihaza bağlanmasıyla mümkün olurdu. Ancak kasetten bilgisayara program aktarımı sırasında kulakları tırmalayan bir ses duyulurdu. Teknoloji ile ilgili konularda sabırsız bir yapım olduğundan, Sinclair ile birlikte eve döndüğümüz ilk gece yatmadan önce ilk denemelerimi de yapmak istiyordum. Ama program yükleme işlemi sırasında evde öyle bir gürültü oluyordu ki, komşularımızın rahatsız olmaması için sesi perdelemek amacıyla bilgisayarın üzerini evdeki koltuklarla kapatmıştım. Eşyaların üst üste bindiği salondaki manzara bugün bile gözümün önündedir. Gecenin ilerleyen saatlerinde, dünya ülkelerinin isimlerini, nüfuslarını, bayraklarını gösteren, bu verilere göre ülkeleri sıralayan ilk bilgisayar programını ne kadar büyük bir hevesle kullandığımı hiç unutamıyorum.
Gerçek anlamda kişisel bilgisayarlarla tanışmak için ise bir yıl daha beklemem gerekti. Cidde belediye başkanı, zamanın İstanbul belediye başkanının oğluna bir bilgisayar hediye etmek isteyince bilgisayarı göndermek için büyükelçiliğimizin yardımını talep etmişti. Ama hediye bilgisayarın yanında ikinci bir bilgisayar da büyükelçiliğimiz kullanımı için gönderilmişti. Bir bilgisayarı İstanbul’a yolladık; ikincinin kutusunu da “Selamsız Bandosu” filmindekine benzer bir törenle büyükelçilikte açtık. Karşımızdaki cihazları sanırım tüm büyükelçilik mensupları hayatlarında ilk kez görüyorlardı. Bilgisayarın harddiski yoktu. Beş çeyrek olarak bilinen iki disket sürücüsü vardı, belleği de yanılmıyorsam 192 KB idi. Bilmem söylememe gerek var mı, monitörü de tabiatıyla tek renkli idi.
Kulaktan dolma bilgilerime göre, bilgisayarların bir çok şeye kadir olduğunu düşünürdüm. Oysa kutular açılıp esrarengiz makina ile karşı karşıya kalınca bu işin bilimini öğrenmiş olmanın gerekliliğini anladım. Yardım almaksızın kendi başıma bu cihazı keşfetmem mümkün olamayacaktı. Hemen büyükelçimin yanına gidip, Türk firmalarından destek almayı önerdim. Önerim kabul edilince, Enka’nın Cidde ofisi ile temasa geçtik. Büyükeçiliğe Riyad’dan bir bilgisayar mühendisi geldi. Aradan geçen uzun yıllara rağmen hala kendisi ile temas halinde olduğum Orhan Karadoğan ile hafta sonlarında bir araya gelip büyükelçilik ihtiyaçlarına göre bilgisayardan nasıl yararlanabileceğimiz konusunda çalışmalar yaptık. Orhan bey zamanın yaygın kullanılan programlama dili Basic ile bizim için bir kaç program yazdı. Bu şekilde ilk olarak Suudi Arabistan’daki belli başlı Türk firmaları hakkındaki verileri derledik ve bir veritabanına aktadık. Bilgisayar ile bu ilk çalışmamızın sonuçlarını da 1984 yılı sonlarına doğru Cidde’ye resmi bir ziyaret yapan zamanın başbakanı Turgut Özal’a sunduk.
Veritabanımızda Suudi Arabistan’da iş yapan tüm firmalara ilişkin bilgilerin olduğundan emindim. Büyükelçim, bir örneğini yazıcıdan aldığımız listeyi sayın başbakana benim sunmamı istemişti. Ben de fotoğrafta görüldüğü üzere, listeyi bir dosya halinde göstererek yaptığımız çalışmayı gururla kendisine anlattım. Sayın başbakan listeye şöyle bir göz attıktan sonra, “haydi o zaman bana Garanti Holgding ile ilgili bilgileri göster bakalım” dedi. Heyecanla sayfaları çevirmeye başladım. Ama bir kaç kere kontrol ettiğim halde, uzun listede Garanti Holding’i bulamadım. Böylece ilk bilgisayar sunumum maalesef pek başarılı bir sonuç vermedi . Neyse ki bu başarısızlık beni ve Orhan beyi yıldırmadı. Cidde’den ayrılana kadar bilgisayar mühendisi dostum Orhan bey ile çalışmalarımızı sürdürdük.
Aradan yıllar geçti. Cidde’den sonra Avusturya, Almanya, İtalya, Amerika ve sonunda bir kez daha Suudi Arabistan’da büyükelçilik ve başkonsolosluklarımızda görev yaptım. Her görevimden sonra da Ankara’da iki yıllık merkez dönemlerim oldu. Dışişleri bakanlığında siyasi, ekonomik ve kültürel birimlerde görevler üstlendim. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza hizmet sunan konsolosluklarımızda çalıştım. Bakanlıkta göreve başladığım günden bu yana geçen yaklaşık otuz yıl içerisinde dünyadaki teknolojik gelişmeleri de yakından izleme fırsatı buldum ve öğrendiklerimi bakanlık çalışmalarına uyarlamak için çaba gösterdim. Teknik eğitim görmediğim, Türkiye’de ve yurt dışında hiç bir kursa devam etmediğim halde hobi olarak bilgisayarları öğrenmeye ve bu cihazlardan günlük çalışmamda daha etkin yararlanmayı amaçladım.
Bir hariciyeci için teknoloji ile bu kadar içli dışlı olmak, bilgisayar başında bu kadar uzun vakit geçirmek iyi midir, bilemem. Bregenz’deki başkonsolosum Kamuran bey, “aman, Naci beyin yanında b harfi ile başlayan kelime kullanmayın; hemen bilgisayarlar üzerine konuşmaya başlar ve bir daha onu susturamazsınız” derdi. Teknolojiyle ilgilenmek adeta vücuda giren virüs gibi bir şey. Bir kere bulaştı mı, artık bir daha ondan uzaklaşamıyorsunuz. Sanırım bende de böyle oldu. Artık neredeyse emekliliği düşüneceğim yaşlara geleceğim halde, hala günlük gelişmelere, hatta dış politika konularına bile bir bilgisayarcı, bir matematikçi gözüyle bakmaya devam ediyorum.
Bu yılın Ocak ayında, bakanlığımızdaki bilişim çalışmaları konusunda Hürriyet’ten Zeynep Gürcanlı ile bir görüşme yaptık. Zeynep hanım sohbetimiz sonrasında hurriyet.com.tr’ye bilişim yazıları yazmamı önerdi. Bu öneriye olumlu cevap vermeyi çok isterdim. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, bir kamu görevlisinin düzenli olarak köşe yazısı yazması düşüncesi bana pek uygun gelmedi. Oysa özellikle ülkemizdeki bilişim çalışmalarıyla ilgili değerlendirmelerimi İnternet üzerinden başkalarıyla paylaşma düşüncesi oldukça cazipti. Bunun üzerine, “başka bir siteye yazacağıma, acaba bir blog oluşturarak bilişim yazılarımı kendi sitemde yayınlayamaz mıyım?” diye sordum kendime. Google hesabımla böyle bir sayfayı dakikalar içinde hazırlayabileceğimi anlayınca da, “haydi o zaman, başlayayım bakalım” dedim.
Umarım devamını getiririm.