İsrail, 10 Mayıs’ta başlattığı Gazze saldırılarını ABD, Mısır ve İsrail arasında varılan ateşkes anlaşması çerçevesinde 22 Mayıs günü sabaha karşı 02.00 itibariyle durdurdu. Geçen süre içinde ateşkese uyulduğu görülüyor. Saldırıların devam ettiği 11 günlük süre boyunca Gazze’den fırlatılan dört binin üzerindeki füzenin üçte biri arızalanarak Gazze topraklarına düştü; üç bin kadarı İsrail’deki hedeflerine yollandı. Bunların pek azı hedeflerine ulaştı; pek çoğu “Demir Kubbe” hava savunma sistemiyle etkisiz duruma getirildi. Dolayısıyla, İsrail’in Hamas’ın füze saldırılarından zararı sınırlı, can kaybı bazısı İsrail vatandaşı Filistinliler olmak üzere on kişiden ibaret kaldı. Buna karşılık dörtte biri çocuklardan oluşan iki yüz elliden fazla Filistinli, İsrail’in acımasız saldırıları sonucunda hayatını kaybetti.
Bu toprakları son kırk senedir ziyaret eden, mesleki olarak konunun içindeki bir kişi sıfatıyla ve her yönüyle anlamaya çaba harcadığım Filistin sorunu çerçevesinde Filistinlilerin yaşadıklarını, çektikleri sıkıntıları ve çaresizliklerini yakından hissediyorum. Yüzyıllardır diğer dinlerin mensuplarıyla birlikte barış ve huzur içinde yaşadıkları topraklarda Filistinliler şimdi vatansız ve geleceksiz, umutsuzca hayata tutunmaya çalışıyorlar. Bu yüzyılın başından itibaren devam eden Yahudi göçü sonucunda, artan İsrail baskısıyla ve yerleşim politikalarıyla Filistinliler evlerinden atılıyor, zulme maruz kalıyorlar.
Kuruluşundan itibaren İsrail’in ilk 25 yılı, tamamı sol Hükümetlerin Arap ülkeleriyle savaşlarının ve varolma mücadelesinin öyküsüdür. İkinci 25 yılı, kurulan görece güç dengesinin ışığında sağ ve sol İsrail Hükümetlerinin Arap ülkeleri ve Filistin Halkı’yla barışı tesis etme gayretinin hikayesidir. Son 25 yılı ise kazanılan güç üstünlüğü hissiyle, kuvvet kullanılarak Arap ülkelerine ve Filistinlilere boyun eğdirme politikasının özetidir. Bu dönemde, İsrail’in demografik yapısı da eski Sovyet Bloku’ndan gelen göçmenlerle değişmiş, ülke siyaseti belirgin şekilde sağa kaymıştır. Bu kayış bugün de sürüyor. İsrail, iki nedenle son yirmi yıldır dikkatini Gazze’ye çevirdi: 1) İran ve İhvan nüfuzu altındaki Hamas’ı çökertmek, 2) Hamas’ın El Fetih ve Ramallah’ın etkisine rakip haline gelmesini önlemek.
Dünyanın gözleri önünde bu defa cereyan eden olaylar bir bakıma 2009 ve 2014 Gazze saldırılarının bir tekrarıydı. İç politikada zor günler yaşayan Netanyahu yönetimi bir bahane bularak ‘meşru müdafaa’ zırhını payanda yaptı, orantısız biçimde Gazze’yi ateş altına alırken dünya ülkeleri bunu izlemekle yetindi. Tepkiler sınırlı kaldı; dünyanın güvenliğinden sorumlu uluslararası kuruluşlar da seslerini çıkaramadı.
Bu defa yaşananlar hangi sonuçları üretti?
Ateşkes sonrasında genel bir değerlendirme yaptığımızda şu önemli sonuçları görebiliyoruz:
1. İsrail devleti kurulduğundan bu yana İsrail – Filistin uyuşmazlığı konusunda sayısız kararlar alan Birleşmiş Milletler’in son saldırılarda eli kolu bağlı kaldı. Saldırı, Güvenlik Konseyi’ne getirildiğinde yumuşak bir kınama kararı çıkarmak dahi mümkün olamadı. İsrail’in hamisi ABD, İsrail karşıtı bir söyleme geçit vermedi. Türkiye’nin de içinde bulunduğu sınırlı sayıdaki ülkenin girişimiyle konu BM Genel Kurul’una getirildi; burada yapılan konuşmalarla görev yerine getirilmiş sayıldı.
2. Önceki yıllarda Filistin davasına sahip çıkan sınırlı sayıdaki Batılı ülkenin sesleri bu defa çıkmadı. ABD saldırıyı “İsrail’in güvenlik meselesi” olarak gördüğünü açıkladı. Bununla birlikte bazı Avrupa merkezlerinde insan hakları konusunda duyarlı gruplar Filistinlilerin yanında gösterilere katıldılar ve İsrail’in pervasız saldırılarına karşı tutum aldılar. Ancak başta Holokost geçmişi olan Almanya ve Avusturya olmak üzere Batılı ülkelerin resmi tutumları İsrail’e destek yönünde şekillendi.
3. Arap dünyasında eski itibarını kazanmak isteyen Mısır, saldırının durdurulması konusunda üstlendiği görevle saygınlık kazandı. Mısır’ın darbeyle iş başına gelen Devlet Başkanı Sisi böylece ABD ile ilişkilerinde Washington’da yeni yönetimin iş başına gelmesiyle yaşanan soğukluğun bir nebze hafifletilmesinde yeni bir imkan yakalamış oldu. Ateşkeste üstlendiği rol Mısır’ın bundan sonraki yıllarda Gazze ile ilgili konularda önemli ve belirleyici bir muhatap olacağının işaretlerini verdi. Müslüman Kardeşler’le bağlantıları nedeniyle Hamas’ın Mısır’la İlişkileri sorunludur; ancak Gazze Şeridi, İsrail dışındaki tek kara çıkış yolu olan, adeta nefes borusu niteliğindeki Mısır’a muhtaç yaşamak mecburiyeti altındadır.
4. Yirmi yılı aşkın süredir İsrail hükümetlerinde rol oynayan, on altı yıldan bu yana İsrail’i yöneten Başbakan Netanyahu, başlattığı saldırılarla ülke içi kamuoyuna güçlü ve kararlı liderlik mesajları verdi. Güvenlikçi politikalarının karşılık bulduğu seçmenler üzerinde bu politikayı muhtemel bir erken seçimde oya tahvil etme yönünde olumlu kazanımlar elde etti. Yıllardır yolsuzluk davalarıyla sarsılan saygınlığını kurtarmayı, mahkeme süreçlerinde zaman kazanmayı başardı.
5. Arap ve İslam ülkeleri İsrail’in bu saldırısı sırasında, önceki yıllarda Filistinlilerle gösterdikleri zayıf dayanışmayı dahi sergileyemediler. İslam İşbirliği Teşkilatı etkisiz kaldı. Yalnız bizler değil, Batı dünyası da Filistin konusunun artık müslüman topluluklarda eski heyecanı uyandırmadığını gözlemledi. Arap ülkelerinin bir bölümü açısından Filistin meselesi “İbrahimi Anlaşmaları”, “Arap Birliği” ve “Camp David ruhuyla” çözülmek isteniyor. Yirmi beş yıl önceki ‘Oslo Süreci’ artık terkedilmiş durumda. ABD’nin Başkan Trump döneminde yürürlüğe koyduğu politikalar bu tutumda önemli bir etkendir.
6. Türkiye olarak biz de üzücü gerçeği bir kere daha yaşadık. Önceki İsrail – Filistin uyuşmazlıklarında barışın tesisi yönünde arabuluculuk girişimlerinde ilk akla gelen ülkeler arasında liderlik sergileyen Türkiye bu defa kimse tarafından etkili, saygın ve sözü dinlenir arabulucu konumunda dikkate alınmadı. Doğrusu, biz de kendimizi böyle bir rolü üstlenecek konumda görmedik. Oysa benzer olaylar yaşandığında ilgili ülke başkentleri arasında mekik dokur, taraflarla kurduğumuz yakın ilişkiler çerçevesinde Filistin’de akan kanı durdurmak için gayret sarf ederdik. Şimdi bu rol münhasıran Mısır tarafından başarılı ve sonuç verici şekilde üstlenildi.
Bugün vardığımız aşamada, ‘Filistin Davası’ Türkiye bakımından ‘Arap Sokağı’nın ve iç siyasetin öfkeli tartışmalarına indirgenmiştir. Zira, BM’nde de, son girişimde görüldüğü üzere, Arap devletlerinin güçlü desteği olmaksızın bir karar çıkarılamamıştır. Bunun bir nedeni, Suudi Arabistan ve Mısır etkisiyle Filistin meselesinin “Arap Birliği” dayanışması zeminine çekilerek, Türkiye’nin dışarıda tutulmasıdır. Türkiye’nin artık İslam İşbirliği Teşkilatı’na, Birleşmiş Milletler’e ve Arap Birliği’ne nüfuzu sınırlı görünmektedir. İsrail’le ilişkilerin kötüleşmesi nedeniyle, Batı Şeria ve Gazze’ye gönderilen yardımlar ve yürütülen projeler sınırlıdır. Türkiye’nin Orta Doğu politikalarının zemini, bir grup Arap ülkesinin direnciyle karşılaşıyor. Bu durum, Suriye ve Libya’da da karşımıza çıkıyor.
Gazze’deki çatışmalar bölge ülkeleriyle ilişkilerin ne kadar önemli ve belirleyici olduğunu yeniden ortaya koydu. Orta Doğu’da uzun yıllar boyunca büyük gayretle inşa ettiğimiz sıcak ve güçlü ilişkilerimiz son yıllarda maalesef yalnızlığa dönüştü. Dileyelim ki, bundan sonraki dönemde, hatalarımızdan gereken dersleri çıkararak yeni bir açılım başlatabilelim…
İsrail – Filistin ataşkesi konusunda geçtiğimiz gün Medyascope’tan Senem Görür ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Programa aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
Uygun bir üslupla gerçeği tam olarak yansıtmışsınız. Gerçekten Filistin meselesi Orta Doğu ülkelerinin odağındaki eski yerini kaybetti. Yani Orta Doğu konuşulduğu zaman Filistin ana mesele olmaktan çıkıp tali konular arasına girdi. Bazı ülkeler bakımından Suudi Arabistan başta olmak üzere İran’ın Orta Doğu’daki etkinliği ana tehdit. Umarım yöneticilerimiz de bu gerçeği görürler.
Kaleminize saglik cok güzel yazmışsınız
Keşke ıngilizce yazıp Dünya basınında paylaşsanız çok etkili olabileceğine inaniyorum. O
Teşekkürler Bahtişen hanım. İlerleyen dönemde belki o da mümkün olabilir. Şikago’daki tüm dostlara selamlar.