ABD’yle ilişkilerimizdeki önemli konu başlıklarında son dönemde bir türlü ilerleme sağlayamıyoruz. Önceki ABD yönetimlerinden farklı olarak Biden Yönetimi Türkiye’yle ilişkilerin geliştirilmesi konusunda güçlü mesajlar vermekten kaçınıyor. Uzun yıllardır Ermeni iddialarına dayalı taleplere mesafeli siyaset izleyen Beyaz Saray ilk kez bu yıl bir Başkanlık Açıklaması’yla bu tezleri destekledi. Halihazırda, S-400 füze savunma sisteminden Suriye’deki PYD/PKK yapılanmasına ve Rusya’yla ilişkilerimize kadar çok sayıda konunun 14 Haziran’da iki ülke liderleri arasındaki görüşmede ele alınması bekleniyor.
Son dönemde ABD özelinde ve Batı ülkeleri genelinde dost, ortak ve mütefiklerimizle ilişkilerimizin canlandırılmasına ve NATO ittifakının önemine yönelik açıklamalarımızın sayısında artış olsa da, bu durumun dış politikada yeni bir yönelişin işareti olarak okunmasının erken ve yanıltıcı olacağını vurgulamakta yarar var.
Bu arka plan çerçevesinde, gelecek hafta yapılacak bu önemli görüşmeyi soru-cevap formatında kısaca değerlendirelim.
14 Haziran’daki Biden-Erdoğan görüşmesi neden önemli?
Geçen yıl Kasım ayında yapılan seçimlerin ardından yeni ABD Yönetimi’nin 20 Ocak’ta göreve başlamasından bugüne kadar geçen sürede iki lider sadece bir kez, 23 Nisan günü kısaca telefonda konuştular. Bu temasın da, ABD Başkanı Biden tarafından “Ermeni soykırımı”nı tanıma kararını bildirmeye hasredildiği anlaşılıyor. Buna karşılık, Biden’ın bugüne kadar pek çok ülkenin lideriyle, bazısı birden fazla kez olmak üzere telefon görüşmeleri yaptığını resmî açıklamalardan izliyoruz.
Önceki ABD Yönetimi döneminden kalan ve çözüm bekleyen önemli sorunlarla ilgilenmek için iki ülkenin üst düzey yetkililerinin de son altı aydır geniş çerçeveli ve kapsamlı görüşmeleri olmadı. Dışişleri Bakanları veya üst düzey diplomatlar/yetkililer arasında yapılan temaslar, karşılıklı pozisyon beyanından ve gündemdeki konuların gözden geçirilmesinden öteye işlevsellik taşımadı. Anlaşılır şekilde, kapsamlı ve somut işbirliğine yönelik çalışma ilişkisinin başlaması iki liderin beklenen görüşmesine ertelendi. 14 Haziran buluşması bu nedenle önemli: ilişkilerin “dondurucudan çıkarılarak sofraya sunulmasına” imkan vermesi umuluyor.
Görüşmeye verilen önem Türkiye tarafında açıklıkla görülebilir düzeyde. Bu, anlaşılabilir bir durum: siyasi polemikte tersini savunsak da, Türkiye’nin ABD’ye ihtiyacı daha fazla. ABD’nin Türkiye’nin işbirliğiyle halletmeye niyetlendiği Afganistan’dan çekilme süreci gibi hassas münferit konular elbette var. Fakat, genel ölçekte işbirliğine dayalı ilişkiye ihtiyaç Türkiye için her zaman daha fazla olageldi; bugün deneyimlediğimiz gibi. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın henüz bu hafta başında ABD Senatosu’nda soruları cevaplarken “Türkiye’nin güvenilir müttefik gibi davranmadığını” belirtmesini not etmemiz gerekiyor. Blinken’ın, yakın geçmişte yine Senato’da Türkiye’den “sözde ortak” atfıyla bahsettiğini de unutmayalım. En azından söylem düzeyinde, Türkiye’nin ABD nezdinde konumunun “indirgenmiş statüde” görüldüğü anlaşılıyor.
Başkan Biden önümüzdeki bir haftalık sürede ülke dışı ilk ziyaretinde sırasıyla G7, NATO ve AB Zirve Toplantılarına katılacak; RF Devlet Başkanı Putin’le görüşecek. Mart ayından bu yana AB Konseyi toplantıları öncesinde ABD-AB Zirveleri düzenlendiğini biliyoruz; dolayısıyla AB’yle görüşmeler Batı ittifakının pençinlenmesi görüntüsü verilmesi açısından önemli. Putin’le görüşmeyse, ‘otoriter blok’la yeni denge arayışını yansıtıyor: Bu denge, ABD’nin Çin’le kurmak istediği daha kapsamlı ilişki modelinde etkileyici olacaktır. ABD’nin dış politika gündemi, ortaklık ve ittifak ilişkilerinin, angajmanlarının çeşitli seviyelerde ve başlıklar altında gelişmesi, küresel ölçeğe yayılması, kademeli ve kapsamlı içerikte evrilmesinden oluştuğuna göre, bu görüşme silsilesi anlamlı ve önemli.
Hangi konuların görüşmede gündeme gelmesi bekleniyor?
İki tarafın gündeminde birbirinden farklı konular var. Biz öncelikle CAATSA yaptırımlarının kaldırılmasını isteyecek, FETÖ liderinin iade edilmesi talebini yineleyeceğiz. ABD‘nin Suriye’de YPG/PKK’yla işbirliğini durdurmasını gündeme getirecek; F-35 programına yeniden alınmamızı ve bedelini ödediğimiz F-35 savaş uçaklarının teslimini talep edeceğiz. Halkbank konusunun Türkiye tarafından önemle gündeme getirileceğini tahmin edebiliriz. Afghanistan etraflıca, Rusya’yla ilişkiler ve Libya kısmen konuşulacak. Orta Doğu barışından Karadeniz ve Kafkaslar’a, Irak ve İran’dan Afrika’ya uzanan konu başlıklarının etraflıca görüşülmesi ayrılan sürenin uzunluğuna bağlı kalacak.
ABD’nin gündemindeki öncelikli konu başlığıysa, Rusya’dan hava savunma sistemi satın alan tek NATO ülkesi olmamızın doğurduğu sorunlarla bağlantılı olacak. Amerikan tarafının, S-400 sisteminin kullanılmamasına ve silah envanterimizden tamamen çıkarılmasına ilişkin ısrarlı talebini ilk gündem maddesi olarak masaya getirmesi bekleniyor. ABD’nin ve diğer NATO müttefiklerimizin 11 Eylül’den önce tamamlanacak Afganistan’dan çekilmesi, Türkiye’nin bu ülkede barış ve güvenliğin sağlanmasında üstlenmeye istekli göründüğü rolün ışığında, etraflıca görüşülmeye aday. Geçerken, Türkiye dışında aslında bu konuda istekli bir başka NATO üyesi ülkenin bulunmadığını hatırlatalım.
Bu başlıkların ötesinde, ABD’nin daha çok Rusya’yla ve kısmen Çin’le son dönemde kurduğumuz yakın ilişkilerden duyulan kaygıların dile getirmesi beklenebilir. Libya konusunda uluslararası toplumun beklentilerini karşılayacak işbirliği talebi herhalde vurgulanacaktır. Ancak, Türkiye’nin artık etkisinin olmadığı İran’ın nükleer programı ile sığınmacılara cömert evsahipliğimizin takdir edilmesiyle yetinildiği Suriye sorununun bütünü bu aşamada ABD’nin görüşme gündemine yakın durmuyor.
PYD/PKK konusunda kısa vadede giderilmesi güç derin görüş ayrılıklarımızın da ABD tarafından konuşulmasından kaçınılması olası görünüyor. Ukrayna konusunda benimsediğimiz keskin tutumun, buna bağlı İHA/SİHA satışlarımızın bir teşekkür ifadesinin ötesinde yankı bulacağını sanmıyorum; zira Biden, Ukrayna meselesinin Türkiye’nin çabalarıyla değil, Putin’le yapacağı görüşmeyle yönetilebilir bir zemine yerleşebileceğini düşünüyor.
Diğer yandan, Türkiye’de ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları uygulamaları konularında ABD Yönetimi’nin her fırsatta yinelediği şikayetlerin Biden tarafından bu kere de gündemde tutulacağı anlaşılıyor. ABD (ve Batı) kaynaklı yabancı yatırımların ve kaynak akışının hukuk devleti uygulamalarına bağlı kalacağı Biden tarafından nazik ifadelerle hatırlatılabilir.
Özetle, bu kapsamlı liste içinde her iki tarafın da çok istekli görünmeleri nedeniyle ortak paydaya erişilmesi en kolay olabilecek konunun, Türkiye’nin Afganistan’da üstlenebileceği yeni/ilave roller olabileceği ortaya çıkıyor. Böylesi bir mutabakatın kamuoyuna sunulması da kullanışlı olacaktır.
S-400 füze savunma sistemi konusunda bir çözüm yolu bulunabilir mi?
Bu çok çetrefil konunun kolay bir çözümü olacağını sanmıyorum. Nedeni, Türkiye’nin hem ABD’yle hem Rusya’yla ilişkilerinde kendini çok dar bir manevra alanına sıkıştırmasından kaynaklanıyor. Bu durumu başka şekilde de okuyabiliriz: Bulunabilecek yöntemlere bağlı bir çözüm hali ya ABD’yle, ya Rusya’yla ilişkilerimizi kaçınılmaz şekilde ve belirli ölçüde zedeleyecek. ABD, S-400 sisteminin Türk topraklarından tamamen çıkarılmasını ya da kullanılmadığı doğrulanabilir şekilde devre dışı tutulmasını talep ediyor. Bu talebin çalışılabilir türev seçenekleri olduğu muhakkak. Ancak, bulunacak herhangi bir çözümün öncelikle Rusya’nın onayını alması gerekeceği, bunun kolay olmayacağı açık. Üstelik, geliştirilebilecek çözüm formülünden memnun olmayabilecek Rusya’nın beklenmedik cephelerden güçlü tepkilerini ve yaratabileceği ciddi maliyetleri göze almamız gerekecek.
Zaman kazanmak amacıyla, S-400 veya Patriot sisteminin satın alınması konusunda öne sürdüğümüz ABD ve NATO müttefiklerimiz nezdinde inandırıcı görülmeyen açıklamaları tekrarlamamız mümkün. Fransa ve İtalya tarafından geliştirilen sistemlerin alınması niyetini de yineleyebiliriz. Ancak bu durum tıkanıklığın aşılmasına yardımcı olacak gibi görünmüyor. Dolayısıyla, bu konuda çözüm bulunamadığı takdirde, Afganistan ve belki bir ölçüde Libya hariç, gündemdeki diğer meselelerde yapıcı bir anlayış zemini bulunması, ilerleme sağlanması kolay olacağa benzemiyor. Her halde, milyarlarca dolar tutarında büyük savunma harcamalarının ve telafi edilemeyen kayıpların bir süre daha gündemi işgal edeceği ve dış ilişkilerimizdeki sorunları derinleştireceği akla yakın bir tahmin olarak önümüzde duruyor.
S-400 meselesinin maliyetinin F-35 savaş uçaklarının hiper teknolojisinden mahrumiyeti ve parça üretimi/ihracatına bağlı on milyarlarca dolarlık gelir kaybını beraberinde getirdiğini unutmayalım. Bu durumun düzeltilmesinin yakın vadede mümkün görülmediğini bu başlık altına ekleyelim. Hava kuvvetlerimizin omurgasını oluşturan muharip F-16 filolarının artık zorunlu hale gelen yenilenme/modernizasyon ihtiyacının siyasi engellemeler nedeniyle bir süre sonra iyice zorlaşabileceğini de hatırda tutalım. İHA/SİHA filolarının hava önleme/taarruz, muharebe ve caydırma stratejisinin merkezine yerleştirilemeyeceğini kaydedelim. Böylesi bir hava savunma/taarruz mimarisinin dünyada mevcut ve geçerli bir savunma doktrini olmadığını vurgulayalım.
Sonuç yerine…
ABD’nin Türkiye’yle ilişkilerde mesafeli tutumu ve ölçülü tepkisizliği politika yapıcılarımız için yanıltıcı olmamalıdır. Bu durum, ABD’nin ikili ilişkilerin yaslandığı zemindeki aşınmayı artırmamaya yönelik stratejik kararından kaynaklanıyor; zira, Türkiye NATO için önemini koruyor. Küresel erişim ve işbirliği tesis etme imkanlarına sahip olan ABD’nin bu stratejiyi devam ettirme olanağı var. Ancak, bizim bu ilişkileri belirsizlik zemininde sürdürme imkanımız sınırlı; tam da bu nedenle bir an önce ilişkilerimizi işbirliği zeminine çekme gayreti içindeyiz.
Her görüşmede olduğu gibi, türlü şekilde yorumlanmaya açık kalsa da, olabildiğince olumlu bir fotoğrafın alınarak basına yansıtılması görüşmenin sonuçlarından biri olacak. Fakat, böylesi bir fotoğraf bizleri yanıltmamalı: önemli sonuçlar üretmesi beklenmeyen, yakıcı başlıkların ötelendiği bir görüşme önümüzde duruyor. “Mavi Vatan”ı konuşmayı aniden bıraktığımız, Yunanistan’la ve Fransa’yla bir anda kucaklaşmaya karar verdiğimiz, NATO’nun kıymetli müttefiki olduğumuzu hatırlatmaya yöneldiğimiz, yarattığımız sıkışıklıktan çıkmaya çalıştığımız bir ortamda bu durum bile başlı başına kazanım olarak değerlendirilebilir…
Ben şahsen ikinci bir “one munite” bekliyorum. Sayın Erdoğan bu ezikliği daha fazla sürdüremez.